İslam Birliği ve Yavuz Sultan Selim

Yavuz Sultan Selim

1470 yılında Amasya’da dünyaya gelen Yavuz Sultan Selim, II.Bayezıt’ın en küçük oğlu ve Fatih Sultan Mehmed’in torunudur. 4 Nisan 1512 yılında dokuzuncu Padişah olarak tahta geçen Yavuz, 8 yıl 8 ay hüküm sürmüştür.

Yavuz’un Doğumundan Önce Görülen Rüya

Osmanlı devletinin fazılı, ilim ve maarif üstadı Kemal Paşazade, merhum cennet-mekân Sultan Selim Han Hazretlerinin veladetlerinde zuhur eden hâlleri şöyle ifade eder:

“Kader semasının ayı, cihana ayak bastığı hengâmda, bir derviş; sabahın erken saatlerinde Bab-ı Hümayun önünde bulunarak, bahtiyar felek güneşinin tulu’ edeceğinden haber vermiş ve şöyle demiş:

‘Bugün Osmanoğulları hanedanından bir çocuk dünyaya gelecektir. Sabahın oluşu gibi, devleti güneş misali ufukları pürnur edecektir. Onun, babasının yerine hilafet tahtına geçip, âleme sultan olması Allah’ın lütfü ile mukadder ve mukarrerdir. Bedeninin yedi yerinde amber misali benler olsa gerektir. O benlerin sayısınca, beyleri mağlup edip, hepsine galip gelecek.'”1

O zat bu müjdeyi vermiş ve gözden kaybolmuştur. Yavuz Sultan Selim dünyaya geldiğinde o keramet sahibi dervişin beşaretle işaret ettiği yedi âdet benin olduğunu orada bulunanlar hayretle müşahede etmişler. Dedesi Fatih Sultan Mehmet Han ise: doğan torunu Selim’i kucağına almış, dikkat ve itana ile süzdükten sonra, ‘Bu çocuk büyük bir cihangir olacak. Bu yavuz torunuma dikkat edesüz ha!’ diye yavuz lakabını ilk defa o kullanmıştı.

Sultan II. Bayezit’in hanımı Ayşe Gülbahar Hatun’dan dünyaya gelen bu cihangir sultan tahta çıktığı zaman kırk iki yaşında idi. İkinci Bayezit’in sekiz oğlundan sadece üçü hayatta kalmıştı. Yavuz Selim, Şehzade Korkut ve Şehzade Ahmed’den yaşça küçük idi. Yavuz Selim, Hafize Hatun ile evlenmiş ve ondan oğlu Kanunî Sultan Süleyman dünyaya gelmiştir.

Yavuz Sultan Selim, Osmanlı sultanları içerisinde icraatları ile efsaneleşen ve hayatının çoğu menkıbeleşen en ulu padişahlardan biridir. Gerek şecaati, gerek siyasetteki dirayeti, gerek celalli tabiatı ve gerekse devlete müteallik hususlardaki titizliği, vatan ve millet perverliği onunla ilgili pek çok ibretli vakayı tarih sayfalarına nakşettirmiştir.

Bir kimsenin büyüklüğü, insanlığa yaptığı hizmetin derecesi ve kıymeti ölçüsündedir. Peygamber Efendimiz (sav.)

“İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır.” buyurmuşlardır.

Üstad Bediüzzaman Hazretleri de şöyle buyurur:

“İnsanın kıymetini tayin eden, mahiyetidir. Mahiyetin değeri ise, himmeti nisbetindedir. Himmeti ise, hedef ittihaz ettiği maksadın derece-i ehemmiyetine bakar.” 2

İşte bu hakikate masadak olanlardan birisi de hiç şüphesiz ki, Yavuz Sultan Selim’dir.

Osmanlı tarihi çok iyi tetkik edildiğinde görülecektir ki, Yavuz Sultan Selim, İslam itikadına, onun mukaddes ve muazzez peygamberine mahviyetkâr bir muhabbetle bağlanmış, durmadan, yorulmadan büyük bir azim, irade ve gayretle birçok hizmetler yapmıştır.

Yavuz Selim, yapmış olduğu o âli hizmetleri sayesinde ismini tarihin en şanlı sayfalarına yazdırdı. Bu yazı kıyamete kadar büyük bir iştiyakla okunacak, şan ve şerefle yâd edilecektir. Evet insan bu fani alemden göç eder, fakat yapmış olduğu âli hizmetleri ve vucuda getirdiği kıymetli eserleri sayesinde şeref ve şanla yâd edilir. Zaten tarihin tescil ettiği şan ve şeref, ölümsüz ve ebedidir.

Evet, Yavuz Sultan Selim Han, ileri görüşü, dünya siyasetine derin vukufu, azmi, iradesi ve sarsılmaz sebatı sayesinde meseleleri çok iyi teşhis etmiş ve hikmete uygun hareket ederek cihanşümul bir devlet olma yolunda bütün kapıları açmıştır. Bu sebeple onun devri çok iyi bilinmeli ve özellikle idareciler tarafından örnek alınmalıdır.

Tarihimizde Yavuz Sultan Selim devri, üzerinde ciddiyetle durulması gereken en önemli devirlerden biridir. Zira onun devrinde devlet maddi ve manevi terakkinin, adaletin ve hukukta eşitliğin en yüksek basamağına ulaşılmıştır. Elbette ki, Mısır seferinden daha büyük seferler, Çaldıran zaferinden daha büyük zaferler Yavuz Selim’den sonra olmuştur. Ancak şurası unutulmamalıdır ki sonradan yapılan seferlerin ve kazanılan zaferlerin şartları Yavuz Sultan Selim tarafından hazırlanmış ve onun tarafından planlanmıştır.

Yavuz Sultan Selim, kendi devrinin en büyük bir lideri olduğu gibi, sonraki devirlerin de örneğidir. Eğer o, tarihimizde silinmez izler bırakan Çaldıran savaşında Şah İsmail’i mağlup etmeyip, Kürt beylerini “İslam ittihadı” mefkuresi etrafında toplayarak Anadolu’nun birlik ve beraberliğini sağlamasaydı, Sultan Süleyman’ın Batı’ya yürümesi bir hayalden ibaret kalırdı.3 Bu bakımdan, Sultan Süleyman’ı “Muhteşem Süleyman” yapan, babası Yavuz Selim’in büyüklüğü, dehası; onun almış olduğu iktisadi ve içtimai tedbirlerdir. Yine Doğu Anadolu, Suriye, Filistin ve Mısır onun zamanında Osmanlı topraklarına katılmıştır. Doğu Akdeniz’in hâkimiyeti Sultan Selim Han zamanında olmamışsa da bunların Osmanlı’ya katılması onun kurduğu tersaneler ve geliştirdiği donanma sayesinde olmuştur. Yavuz Sultan Selim zamanında ilim ve teknik, fen ve teknoloji sahasında büyük terakki olmuştur. Yavuz Selim’in yapmış olduğu hizmetleri asırlar bile eskitememiş ve eskitemeyecektir.

Bu bakımdan, Yavuz Selim gibi cihangir bir padişahı anlamak için o devrin şartlarını, devlet adamlarının ve hâlkın eğilimlerini çok iyi bilmek lazımdır. Yavuz Selim Han çok yönlü bir insandır. O bir yönüyle ilim adamı, bir cephesi ile sanatçı; bir cihetten otoriterdir. Onun celadet ve heybeti, yalnız dış dünyaya karşı ve iktidarın bekasını muhafaza içindir. Yavuz, devlet yönetiminde başıboşluğa ve gevşekliğe karşı tavizsizdi. O, bu hâliyle yapılması gerekeni yapıyor, asayişi tam zamanında sağlıyor, hiçbir ülkenin ordusunda olmayan karmaşık durumu celadeti sayesinde koruyordu.

Selim Han, hususi hayatında gayet müşfik, nazik, müsamahakâr, sade, sakin ve son derece mütevazı bir kişiliğe sahiptir. Tarihte ancak bir iki cihangire nasip olacak Mısır zaferi gibi, büyük bir muvaffakiyetle İstanbul’a dönen Yavuz Sultan Selim’in İstanbul’a giriş şekli onun ne kadar mütevazı bir yapıya sahip olduğunu ortaya koyan tarihî bir hadisedir. Büyük bir fütuhatla, devleti maddi ve manevi bakımdan muhteşem bir imparatorluk hâline getiren bu büyük cihangiri karşılamak için İstanbul’da büyük merasimler yapılmakta idi. Yüz binlerce insan, en samimi duygularıyla o büyük hükümdarları karşılamaya hazırlanıyorlardı.

Yavuz Sultan Selim Mısır seferinden dönerken, birçok yüksek şahsiyetleri de İstanbul’a getirmiştir. İki yıldan fazla süren Mısır seferinden dönen ordu, ancak 25 Temmuz 1518’de gündüz vakti Üsküdar’a gelebilmişti.

Yavuz Sultan Selim, hâlkın kendisini karşılamak için büyük bir merasim hazırladığını ve kendisine büyük bir tezahürat yapılacağını haber alır. Hasan Canın da Yavuz Selim’in hâlkı selamlamasını teklif etmesi üzerine şöyle der:

“Bunca güçlüğü, bunca sıkıntıyı, bunca dostun kaybını birlikte yaşamadık mı Hasan Can? Aç kaldık, susuz kaldık, kimi zaman üşüdük, kimi zaman kavrulduk. Şimdi tüm bunları, gururumuzu kabartacak basit bir alkış sevdasıyla yele mi verelim? Bırak bizden sonra gelenler hakkımızda ne derlerse desinler, ancak bizim amacımız Allah rızası olsun ve bu da aramızda kalsın. Hava kararsın ve herkes evine dönsün, ben ondan sonra İstanbul’a gireceğim. Fanilerin alkışları, zafer naraları ve iltifatları bizi nefsimize mağlup edip yere sermesin.”

Bir gün sonra merasimle şehre girmesi beklenen Yavuz, gece vakti yanına aldığı birkaç nedimi ile beraber bir kayıkla gizlice Topkapı Sarayı’na gider.4

Evet, o celadetli cihan padişahının bütün gösterişi, sadece devlet işlerindedir. Onun nazarında merasim ancak devletin şanını ve kudretini ilan etmek için yapılmalıydı. Şahsı için yapılacak merasimlerden ve teşrifattan hoşlanmaz, gösterişten son derece rahatsız olurdu. Sultan Selim’in saltanat hayatı bir bütün olarak incelenirse, onu harekete geçiren sebebin ne ikbal, ne ihtişam, ne şöhret ve ne de saltanat hırsı olduğu görülür. Aksine gösterişten ve riyâdan uzak, hak ve hakikate bağlı olan sade hayatını, bütün gayretini ve himmetini vatan ve milleti uğruna tahsis etmiştir.

Yavuz Sultan Selim vücut yapısı, hâli ve tavrı ile ciddi, azimkâr ve heybetli görünürdü. At üzerinde iken bu görünüşü daha da güçlenir ve seyredenleri âdeta büyülerdi. Onun bakışları da çok etkileyici idi. Onun bakışında insanı korkutan azim bir celadet vardı, fakat onun altında şefkat ve merhamet saklı idi.

Yavuz Selim, at sırtında geçirdiği saltanat günlerinin her birinde ayrı bir rüyayı gerçekleştirmek için uğraşmıştır. Kader-i ilahî onu ekseriya Şark’taki düşmanlarıyla uğraşmaya sevk etmiştir. İlginçtir ki, Yavuz daha çocukluğundan itibaren Farsça öğrenimine özen göstermiş ve lalası şair Hâlimi ile Farsça şiirler okumaktan ayrı bir lezzet aldığını söylemiştir.

Yavuz Sultan Selim, Osmanlı tahtına çıkmadan önce çok iyi bir eğitim almış ve yüksek bir irfana sahip olmuştu. Ayrıca o olağanüstü fıtri bir zekâya sahipti. Hadiseler karşısında kararını anında verir ve bu kararları da çoğunlukla isabetli olurdu. Devlet işlerinde ise âdeta ince eler sık dokur, meseleleri etraflıca tetkik eder sonra kararını verirdi. Verdiği kararından da asla dönmezdi.

Nitekim Mısır seferi sırasında mesafenin uzaklığını ve şartların zorluğunu gerekçe göstererek sefere muhâlefet eden Piri Paşa’ya hiddetlenen Yavuz Selim, şimdiki Süveyş kanalının yerini tarif ederek:

“Akdeniz’i bahr-ı ahmere bağlar, bahren Hindistan’a girerim.” (Yani, karadan mümkün olmazsa denizden bir yol yapar, Hindistan’a giderim.)

diyerek, celadet ve cesaretine olduğu kadar askeri dehasına ve dünya ahvalini kavrayışına da büyük misal olan bu tavrıyla ordularını serhattan serhada, zaferden zafere uçurmuştur. Yavuz; “Cesaret insanı zafere, kararsızlık tehlikeye, korkaklık ise ölüme götürür.” derdi.

Hem yine İran seferine giderken ordunun geri dönmesini isteyen vezirlerine Yavuz Selim şöyle der:

“Biz Tebriz’de Sultan Yakup Camii Kebir’inde Cuma namazını eda etmeden geri dönmemeye yemin etmişizdir.”

Nitekim Çaldıran muzafferiyetinden sonra Tebriz’e geçen Yavuz Selim, 6 veya 8 Eylül 1514’te Sultan Yakup Camii’nde adına okunan hutbeyi dinlemiş ve Cuma namazını kılmıştır. Bu hadise de onun açık bir kerameti olarak kabul edilmiştir.

Dipnotlar

1 Hoca Sadrettin Efendi, Tacü’t-Tevarih.
2 Nursî, B.S, İşârâtü’l İ’caz.
3 Allouche Adel, The Origines and Developments of The Otoman-Safawid Conflict, 1983, p. 32.
4 W. H. Cobonel, Otoman, Conquest of Egypt, London 1921.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu