Peygamber Efendimiz (SAV)

Hz.Peygamber Ümmi İdi

Hz. Peygamber’in (s.a.v) kendisine risâlet vazifesi verilmeden önce okuması ve yazması yoktu. Bu husus bir ayette şöyle ifade edilir:

“Sen bundan önce, ne bir yazı okur ne de elinde onu yazardın. Öyle olsaydı batıla uyanlar kuşku duyarlardı.” 1

Habib-i Ekrem, fevkalade bir ferasete, yüksek fikre ve necip bir hissiyata malikti. O, her konuda derin bir bilgi sahip idi. Askeri dehası, yönetim becerisi ve ticaretteki tavsiyeleri O’nun örnek bir kişi olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. İnsanlara her konuda bilgi veriyor, her alanda onlara yol gösteriyordu.

Necip Fazıl Hz. Peygamber’in (s.a.v) ümmiliğini şöyle dile getirir:

Allah’ın Resûlü ümmidir. Okuma ve yazma bilmezler. Fakat bu ümmilik, kalbine bütün âlemlerin güneşi verilmiş olan ‘Gâye, insan ve Ufuk Peygamber’in ayrıca lâmba ışığından müstağni oldukları mânasınadır. Ümmîliği de ayrıca Peygamberliğinin delili.”

Fahr-i Kainat Efendimiz (s.a.v), alicenap bir ruha sahip idi. Zira O, ilâhi esrarın menbaı, iki âlemin güneşi, ilim ve hikmetin mazharı, celali ve cemali isimlerin aynası ve mihrak noktası idi. O, Allah’ın izni ile ümmetine şefaat tacı taşıyan makam-ı mahmud sahibi olan eşsiz insan idi. O (s.a.v) her zaman inananların en sevgilisi idi.

Sidret-ül Münteha ve Kab-ı Kavseyn yani imkan ve vücub arası olan ilâhi visalin en mahrem bucağına erişen, oradan namütenahi esrar âlemlerini müşahade eden ve sonsuz sırlara vakıf olan tek insan Hz. Muhammed (s.a.v)’dir.

Allah Resûlü (s.a.v) dost ve düşman ayrımı yapmadan bütün insanların en küçük sıkıntılarına bile fevkalade müteessir olur ve çare gösterirdi. Sadelik ve samimiyet O’nun başlıca vasıflarındandı.

Hz. Peygamber fazileti fazilet olduğu için severdi. O (s.a.v) zamanın her anını gereği gibi değerlendirmiş, dünya ve ahiret dengesini mükemmel kurmuştur. Ne dünya için ahiretini, ne de ahiret için dünyayı ihmal etmiştir. Her ikisi için de görevini en güzel bir şekilde yerine getirmiştir.

İki Cihan Güneşi’nin bütün işleri hep insanlara faydalı olma temeli üzerine kurulmuştur. Faydasız, lüzumsuz ve boş şeylerle uğraşmamıştır. Kin ve düşmalıktan nefret eder ve herkese hoşgörü ile bakardı.

Seyyidü’l-beşer ve Rahmetenlil-âlemîn olan Resûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v) mahlukatın en şereflisi, en mükemmeli, en sevgilisi, en hayırlısı, kulların en salihi, mütefekkirlerin gıdası, hakkı arayanların rehberi, abitlerin umudu, aşıkların maşuku, sadıkların dostu, günahkârların şefii, zavallıların ve acizlerin hamisi idi.

Resul-i Zîşan Efendimiz, şems-i hidayet, mecma-ı hakaik, nurların bahri, ezelî ve ebedî sırların şahidi, iki alemin ruhu, ulûm-u hakaikın hazinesi, sema-i esrarın güneşidir.

Hz. Peygamberin kalbi ve ruhu marifet, hikmet ve feyiz cihetiyle adeta bir okyanustur. Muhammed-ül emin tarihin en büyük resulüdür ve bütün dahilerin fevkindedir. Nübüvvet ve ubudiyetinde eşsiz olan Habib-i Kibriya Efendimizin, efkârında, etvarında, ahvalinde, konuşmasında ve sükütunda nice hikmetler vardı.

Alemde Seyyid-ül Enbiya kadar büyük bir mürebbi, psikolog ve soslolog yoktur. Hz. Peygamber (s.a.v) ashabını öyle terbiye etti ki, onların arasında asla haset, gıpta, kin ve adavet görünmedi. O, insanlığı yeni bir ahenge, nizam ve intizama kavuşturdu, alemi tebdil edip zamanı değiştirdi. Tarih, alemde böyle naziri ve eşi görülmeyen bir inkilabı başaran bir zatı göstermekten acizdir. Başta Hz. İsa (a.s) ve Hz. Musa (a.s) olmak üzere diğer peygamberlerin asırlarca yapamadıkları hizmetleri Resul-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz yirmi üç sene gibi kısa bir zamanda ikmal etmiştir.

“Bilirsin ki sigara gibi küçük bir âdeti, küçük bir kavimde büyük bir hâkim, büyük bir himmetle ancak dâimî kaldırabilir. Halbuki, bak, bu zât büyük ve çok âdetleri, hem inatçı, mutaassıb büyük kavimlerden zâhirî küçük bir kuvvetle, küçük bir himmetle, az bir zamanda ref’ edip, yerlerine öyle secâyâ-i âliyeyi -ki, dem ve damarlarına karışmış derecede sabit olarak- vaz’ ve tesbit eyliyor. Bunun gibi daha pek hârika icraatı yapıyor.”

“İşte, şu Asr-ı Saadeti görmeyenlere Cezîretü’l-Arabı gözlerine sokuyoruz. Haydi yüzer feylesofu alsınlar, oraya gitsinler, yüz sene çalışsınlar. O zâtın, o zamana nisbeten bir senede yaptığının yüzden birisini, acaba yapabilirler mi?”2

Evet, Hz. Peygamber (s.a.v) insanların muhtaç olduğu maddî ve manevî bütün hakikatleri kısa bir zamanda şimşek gibi bir sürat ile ikmal ederek, herkesi istidadına ve kabiliyetine göre saadetin en yüksek mertebelerine çıkardı. İslâm nurunu dünyanın her tarafında parlattırdı. Vahşi ve adetlerine müteassıp insanları vahşetten kurtarıp insanlık âlemine önderlik makamına çıkardı. Artık âlem, onun ile yeni bir devr-i nur ve devr-i saadete girdi. Başta Arap kabileleri olmak üzere İslâm’ın nuru ile aydınlanan her kavimde huzur ve güven ortamı meydana geldi, her şeye bir nizam, âhenk ve ölçü konuldu. İktisadî, içtimaî, siyasî, ruhî ve ahlâkî sahalarda büyük inkılap meydana geldi.

Edward Monte, Hz. Peygamber’in gerçekleştirmiş olduğu inkılapları şöyle dile getirir:

Resul-i Ekrem’in (s.a.v) şuur ve idrak timsali olduğu, dimağının iman ışıkları ve kâmil bir yakîn ile pürnur olduğu muhakkaktır. Muasırlarını da aynı heyecanla alevlemiş, bu sıfatlarla techiz etmiştir. Hazret-i Muhammed (A.S.M.), başarmak istediği ıslahatı, İlahî vahiy ile gerçekleştirmiştir. O’nun (s.a.v) dini ise, akıl kaidelerine tamamıyla muvafıktır. İslâmiyet’in esas olan akaidi şu suretle hülâsa olunabilir: Allah birdir, Muhammed (A.S.M.) onun peygamberidir. İslâmiyet’in esaslarını hikmetle ve derin bir teemmül ile tedkik ettiğimiz zaman, bunların Allah’ın birliğine ve Muhammed’in (A.S.M.) risâletine, sonra haşir akidesine dayandıklarını görürüz. Kur’anın ifadesindeki sadelik ve berraklık, Müslümanlığın intişarında en müessir bir kuvvet olmuştur.”

Seyyidü’l Beşer, her tabakadan insan ile münasebet kurar ve onlarla sohbet ederdi. Onun yanında efendi ile köle, zengin ile fakir bir idi. Sahih rivayetlerde Hazret-i Ayşe validemiz ile sahabe-i güzin efendilerimiz, Hazret-i Peygamberi (s.a.v) “Hulukuhu-l Kur’an” diye tarif ediyorlardı. Evet, Resûl-i Ekrem (s.a.v) Kur’an-ı Azimüşşan’ın canlı bir levhasıdır. Kur’an’daki bütün hakikatler ve esrarlar O’nun (s.a.v) şahsında tecelli etmiştir.

“O hutbe-i ezelîyeyi okuyan zat, kainatın kemalatını keşfeden canlı bir güneştir.”3

Kur’an, insanların maddî ve manevî bütün istidatlarını inkişaf ettiren ulvî bir ahlâkın menbaı olduğu gibi, Hz. Peygamber (s.a.v) de bütün ahlâk-ı hesenenin ve edebin timsalidir. Çünkü:

“Kur’anın beyan ettiği mehasin-i ahlâkın misali, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’dır. Ve o mehasini en ziyade imtisal eden ve fıtraten o mehasin üstünde yaratılan odur.”4

Bir ayette mealen şöyle buyrulur:

“ Hiç şüphesiz sen pek yüksek bir ahlâk üzeresin!..”5

Bu ayette de ifade buyrulduğu gibi, Hz. Peygamber (s.a.v) bütün güzel hasletlere mazhardır. Sehavet, yiğitlik, metanet, şefkat, merhamet, sadâkat, afv, sabır ve tahammül, bütün insanlığın hidayetini temenni etmek gibi nice ulvî hasletler onda cem olmuştur.

Resûl-i Kibriya (s.a.v) yalnız bir hükümdar veya bir kumandan değil, aynı zamanda müttaki bir zahid, Allah’ a muti bir abd, alicenap ve kerim bir insan ve kanaatkâr bir fakirdir.

Hz. Peygamber (s.a.v.) hem kalbe hem de akla hitap ederdi. O hem mübeşşir yani müjdeleyici, hem de korkutucuydu. Bir taraftan, Allah’ın emirlerini yerine getirip güzel amel işleyenleri cennetle müjdelerken, diğer taraftan Allah’ın emirlerine karşı gelip günah bataklıklarına saplananların cehenneme gideceğini vurgulayarak insanların sırat-ı müstakim dairesinde yaşamalarını telkin ederdi.

Bir ayette şöyle buyrulur:

“Yemin ederim ki, sen insanları sırat-ı müstakime hidayet ediyorsun.”

Başka bir ayette ise şöyle buyrulur:

“Ey peygamber! Biz seni hem bir şahit, hem bir müjdeci, hem bir uyarıcı olarak gönderdik.”6

Rehber-i Ekmel olan Zat-ı Ahmediye (s.a.v) ilâhi hakikatleri beyan ve ifade ederken sözlerine ve üslubuna azamî derecede dikkat ederdi. Sözlerinin tesirini kıracak nahoş hareketler yapmamaya son derece itina gösterirdi. Muhataplarının kulaklarını rencide eden kelimelerden, kalplerini kıracak ve nefretlerini celbedecek sözlerden sakınırdı. İyiliğe mükafatla, kötülüğe ise af ile mukabelede bulunurdu. Daima mütebessim idi, ömründe bir kere bile kahkahayla güldüğü görülmemiştir. Allah Resûlü, daima hüzünlü ve düşünceli idi. Çoğu zaman susuyor, lüzum olmadıkça konuşmuyorlar; fakat söze başlayınca her kelimeyi tane tane kullanıyorlardı.

Mahbub-u Huda (s.a.v), herkesi dost ve arkadaş olarak kabul ederdi. “Ben de sizin gibi bir beşerim.” derdi. Halim ve selim di. Bu bakımdan kendisine lüzumsuz ve hoş olmayan her türlü sual rahatlıkla sorulurdu. Hatta adamın biri: “Ya Rasulüllah devemi kaybettim, onu nerede bulayım?..” diye sordu. Allah Resûlü bu tip sualleri soranlara darılmaz, onları azarlamazdı. Hepsini de hoşnut ederdi.

Yine bir gün kendisine çeşitli sorular soruldu ve ardından da; “Ey Allahın Resûlü! Bir mü’min yalan söyleyebilir mi?” diye sual edildi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.v), oturduğu yerden doğruldular ve hiddetle:

“Müslüman asla yalan söylemez! Müslüman asla yalan söylemez!”

diye birkaç kez tekrar ettiler.

Dipnotlar:

1 Ankebût Suresi, 29/48.
2 Sözler.
3 Mesnevi-i Nuriye.
4 Lem’alar s, 60.
5 Kalem Suresi 68/4.
6 Ahzâb Sûresi 33/45.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu