Akıl
Akıl, madde ve mânâ âlemlerini idrak için insana verilmiş bir kuvvedir. İnsan, ilim ve hikmetin sırlarını akılla elde eder. Akıl, tedbir ve fiil itibariyle maddeye yakın olup, zâtıyla maddeden mücerreddir. O öyle bir cevherdir ki, Allah-u Teâlâ onu, insan ruhuna bir nûr olarak ihsan etmiştir; tâ ki, eşyanın hakikatini onunla keşfetsin.
Akıl, anlama âleti olup, insanla hayvanı birbirinden ayıran ve insanı kemâlâtın zirvesine çıkaran bir nurdur. Akıl, her fazilet ve marifetin esasıdır. Allah-u Teâlâ, aklı, dinin temeli, dünyanın sütunu olarak yaratmıştır. Din, ona teveccüh etmiştir. Dünyanın nizâm ve ahengi onunla olduğu gibi, ebedî saadet de onunladır.
Akıl, tasavvurları birbirinden seçip, mantık kaidelerine göre, eşya ve hâdiseler arasındaki müşterek noktaları bulup, tahlil ve tertib ederek bir hükme varır. Mefkûrenin neticelerini fiil ve amelde tatbik eder. Akıl, mefhumlarla dıştaki varlıklar arasında mutabakat te’min eder. Kıyas yoluyla, bildikleri yardımıyla bilmediklerini anlar. Hem cüz’îden külliye, hem de külliden cüz’iye doğru tefekkür ederek neticeler elde eder. Böylece akıl, zahiri ve nazarî ilimlerle mevcudatın sır, hakikat ve mahiyetlerini çözmeye çalışır.
Aklın üç mertebesi vardır: Hikmet, cerbeze ve gabavet.
Hikmet, aklın vasat mertebesi olup, hakkı hak bilip imtisal, bâtılı bâtıl bilip içtinab etmektir. Akıl, hikmet üzere olmakla, zararları def ve menfaatleri celbeder. Böylece, takva ve amel-i sâlihe vâsıl olur.
Cerbeze ise, aklın ifrat mertebesidir; bâtılı hak, hakkı bâtıl gösterecek kadar aldatıcı bir zekâya sahip olmaktır.
Gabavete gelince, bu, en basit şeyleri bile anlayamamak ve hiçbir şeyden haberi olmamaktır.
Rivayetlerden anlaşıldığına göre, Allah ilk önce aklı yaratıp, ona oturmakla emretmiş, o hemen oturmuş; kıyam ile emretmiş, hemen kalkmış; konuş demiş, konuşmuş; dinle demiş, dinlemiş; öne dön demiş, dönmüş; geri dön demiş, dönmüş. Sonra, Allah akla hitabederek,
“Celâl ve Kibriya’mın hakkı için senden mükerrem, sevgili ve muhterem bir nesne yaratmadım. Sen, beni bilir ve bana itaat edersin. Seninle kullarımı süslerim, seninle dostlarımı ihya ederim. Senin için veririm, seninle inayet ve yardım ederim, seninle hidâyet ederim. Seninle hitap ve itap ederim, senin için âlemleri halk ederim.” buyurmuştur.
Hz. Ömer (r.a),
“İnsanlığın şerefi aklıyla, asaleti diniyle, şahsiyeti ahlâkiyledir.” buyurur.
İslâm hükemâsı, aklı dört dereceye ayırıyorlar:
1. Akl-ı Heyûlânî:
Bu, ilim ve hikmeti idrâk için yalnız istidattan ibarettir. Yâni, ilmi kesbetmeye hazır bir kuvvedir. Çocukların aklı gibi.
2. Akl-ı Bilmelek:
Bu mertebedeki akıl, eşya ile ilgili hakikatları doğru ve sıhhatli bilir, bilmediği hususlar için de, kıyas yoluyla neticelere varır.
3. Akl-ı Bilfiil:
Bu mertebedeki akıl, ciddî bir çalışmayla, nazariyelere sür’atle intikal eder. Böylece, istediği şeyin hakikatına az bir teveccühle ulaşabilir. Meselâ, bir adamın ancak bir yıl çalışmakla elde edebileceği ilmi, o bir gün veya bir saatte elde edebilir.
4. Akl-ı Müstefâd:
Bu mertebe, mevhibe-i İlâhî’dir. Buna ilm-i huzurî tabir edilir. Nazarî olan ilimler, onun yanında hazırdır. Yâni, nazarî ilim ve hakikatlar, bu mertebeye mazhar olanların yanında âyân beyândır. Bu makam, peygamberlere ve onların ender velîlerine mahsustur.