Filozoflara Göre Ruh
Şimdi de bâzı meşhur filozofların ruh hakkındaki mülâhazalarını arz edelim:
İlk çağın en ziyâde iştihar bulmuş felsefecilerinden olan ve kendinden sonraki filozoflar üzerinde derin te’sirler bırakan Sokrat’ın, ruh mevzuunda dikkate şâyân fikirleri vardır. Sokrates115, hikmete dair mes’elelerin halli için insanın nefsi ve mahiyeti üzerinde durmuş, felsefî tefekkür sistemini bunun üzerine bina etmiştir. Bu cihetiyle, enfüsî dâireye eğilen ilk filozof unvanını lâyıkıyla hak etmiştir.
Sokrat’ın ruh konusundaki görüşlerini şöyle özetleyebiliriz:
İnsanların nefisleri, yâni, ruhları, cisimlerinden evvel varlıklar âleminin bir tarafında mevcuttur. Daha sonra cisimle birleşir. Cisim, ruhun çalışma âleti ve kabıdır. Cisimler bozulup dağıldıkları zaman, nefisler gelmiş oldukları menbalarına dönerler. Nefsin, yâni, ruhun cisimle birleşmesi iki önemli gayeye müteveccihtir:
– Tekâmül etmek,
– Devamlılık kazanmak.
Sokrat’a göre insan, ruhundan ibarettir. Cismin hiçbir ehemmiyeti yoktur.Sadece ruh dediğimiz efendinin çalışmasına bir merkez ve fiillerini gerçekleştirmede bir âlettir. Ruh, kendi bedeninde görünmeksizin tedbir ve tasarrufta bulunmaktadır. Beden fânidir, geçicidir, zevale maruzdur, lâkin ruh ebedîdir, daimîdir.
Sokrat, insanların dünyaya niçin geldiği ve vazifesinin ne olduğu suâline şöyle cevap vermiştir: İnsanın vazifesi, süflî âlemin geçici zevklerinden sıyrılmak, ruhunu ulvî hedeflere doğru kamçılamaktır. Dünyaya gelişindeki gaye de budur.
Sokrat, cismanî haşri, yâni, insanların öldükten sonra bedenleriyle tekrar dirilecekleri hakikatini kabul ve tasdik etmiştir. Bu inancını, muhakeme edilirken hâkimlere hitaben söylediği şu cümlelerden anlıyoruz:
“Ruhun bu dünyadan göçüşü olan ölüm, bir fenalık değil, bir necattır, kurtuluştur. Gerçekten ölüm, insanları bu dünyadan âhirete götüren bir yolculuktur. Bütün ölenler başka bir dünyada yaşamaktadırlar.”
Meşhur ilk çağ filozoflarından bir başkasına, Eflâtun’a kulak verelim:
Varlıkları ulvî varlıklar, süflî varlıklar diye iki kısıma ayıran Eflâtun, ruhun, ulvî varlıklardan olduğunu söyler.
Ruh önceleri o yüce makamında (ideler Âleminde) yaşıyordu. Hayatından memnundu, ilim sahibiydi. Biri Hak, diğeri Hayır olmak üzere iki kanadı vardı. Bilâhare yeryüzüne indi ve kanatlarını kaybetti. Ruhun bu dünyadaki aslî gayesi, kaybettiği bu kanatlarını, yâni, Hak ve Hayır sıfatlarını yeniden kazanmaktır.
Eflâtun, insandaki nefsi üçe ayırmaktadır:
1. Şehvanî nefis,
2. Gadab,
3. Nefs-i Natıka.
Nefs-i Natıka ruh olup, düşüncenin mebde ve menşeidir. İnsandaki tefekkür kabiliyetinin kaynağıdır. Ruh, Cenâb-ı Hak tarafından vesilesiz yaratılmıştır. Herhangi bir şekli yoktur ve insan gözüyle görülmesi mümkün değildir. Bizzat müteharrik bir cevherdir, yâni, hareketini kendi ihtiyarı ve isteğiyle yapma kabiliyetine haizdir. Basittir; parçalanıp, bölünemez. Cismanî değildir. Her türden faaliyetin merkezidir. İlâhîdir ve ebedîdir.
Sokrat’taki, “Ruh bedenden önce mevcuttur.” fikrini Eflâtun’da da görmekteyiz. Ruh, bedenin dağılmasından sonra da devam edecektir. Ruh,mahzâ hayattır. Ölüm, ruhun bedenden ayrılmasıdır. Ruh, bedenden ayrıldıktan sonra da tabiatının muktezâsı olarak yaşamaya devam eder.
İnsan, nefsi ile hisseder ve idrâk eder. Ruhta, biri insanî, diğeri hayvani olmak üzere iki itibar vardır. Ruhun bedene ittisali, tedbir ve tasarruf cihetiyledir. İnsanların suretleri birbirine benzemediği gibi ruhları da birbirine benzemez, biri diğerinden temayüz eder. Ruh, münfail değil, faildir. Bir lirin ahengi değil, görünmeyen bir musikişinastır ki, beden denilen âleti alarak, hayat denilen ahengi husule getirir, isterse onu kırıp dağıtabilir.
Ruhun cisim olmayıp, bir cevher olduğu fikrinde, Eflâtun’la Aristo116 müttefiktirler.
Aristo’ya göre ruh, hadistir, yâni ezelî değildir, sonradan cisimle beraber yaratılır. Cisim yok olduktan sonra, nefis kalır ve ebedîleşir.
Aristo sisteminde mebde-i hayat, ruhtur. Hayat da bir harekettir. Her hareket, harekete getiren bir suret ile müteharrik bir maddeye muhtaç olduğundan, ziyahat insanda da, suret ruh, madde cisimdir. Ruh, bedenden olmadığı gibi ondan ayrı da değildir. Ruhun müteharrik-i bizzat olmadığını söyleyen Aristo, bu yönüyle Eflâtun’a ters düşer. Aristo’ya göre, ruh, kendi hareket etmeksizin tasarruf eder, tahrik eder. Ruhun hareketi, karada yürüyen bir adamınki gibi değil, kayığa binmiş, bir kimsenin hareketi gibidir.
Ruh, maddî ve gayr-i muayyen değildir. Cesedin bütün hareketini o ortaya getirir ve idare eder. Bedenin bütün şerait-i hayatiyesine sebeb olan ruhtur.
“Ruh, cesedin suretidir” diyen Aristo, cesedin ruh için yaratıldığı fikrindedir. Cesedin gayesi, ruha hizmet etmektir. Ruhun âleti olan beden, yüksek gaye ve vazifeleri icraya müsait bir hâlde yaratılmış ve münâsip bir şekilde tanzim edilmiştir.
“Ruh sayesinde hayat inkişâf eder” diyen Aristo, beş çeşit ruh tasavvur etmiştir:
1. Nefs-i gıdaî,
2. Nefs-i hissî,
3. Nefs-i muharrik,
4. Nefs-i şehevanî,
5. Nefs-i aklî’dir.
Descartes117 de ruh mevzuunda enteresan mülâhazalar yürütmüştür.
Düşünceye verdiği ehemmiyeti ile tanınan Descartes, ruhun da özünün fikir olduğunu söyler. Ruhu cevher kılan fikirdir. Ruh bu sayede kendini tanıtmaktadır.İnsan ruhu nerede olursa olsun düşünebilir. Bu kabiliyet onda vardır. Bedenden ayrı bir bilme gücü mevcuttur. Bedenle var olmadığı gibi, bedenle sınırlı da değildir. Şekli yoktur ve bölünemez. Bu nedenle bedenin bozulması ona sirayet etmez. İnsan ruhu ölümsüzdür.
Malebranche118 ise, bu konudaki bütün fikirlerini Allah’a ve Allah inancına istinat ettirir. Bütün olup biten hâdisatın birer vesileden ibaret olduğunu söyleyen Malebranche, insan ruhunun Allah’ın te’siri olmaksızın idrâk edemeyeceği ve hissedemeyeceği görüşündedir.
Ruh cisimden büsbütün ayrıdır; aralarında hiçbir bağlantı yoktur. Ruh, bağımsız değildir; faaliyetlerinde Allah’a bağlıdır. Bilgiyi de insan ruhuna veren Allah’tır.
Bu meyânda, metafiziğe yepyeni bir istikamet tâyin eden ve felsefe dünyasında büyük bir inkılâp yaparak müstesna bir mevkiye yükselen, asrımızın büyük filozofu Bergson’un119 fikirlerini zikretmeden geçemeyeceğiz.
Bergson’a göre, şuurumuzun bir kabuk, bir de iç kısmı vardır. Kabuk tarafı akıl, zekâ, mantık ve ilim tabakasıdır. Bu tabaka, madde ve cemiyet hayatının amelî şartlarına uyarak teşekkül eder. Bu kısmın faaliyetlerinde illiyet kanunları carîdir. Burada hürriyet yok, muayyenlik vardır.
İç şuura gelince… Buna, “ene” yahut “ben” diyebiliriz. Evvelkinde, amel, mantık, muayyenlik gibi kayıtlar söz konusu olduğu hâlde ene, bunun tamamen zıddı bir keyfiyet arzeder. Birincisi, madde ve cemiyete uyarak katılaşmış ve mekânlaşmış, sathî bir ben hâline gelerek içtimaîleşmiştir. Hâlbuki iç şuur, yâni ene daima bir kaynaşma, sürekli bir erime ve bir hulul halindedir. İşte asıl ene’nin sahası budur.
Bergson’a göre, madde ile ruh münâsebeti, hafıza ile dimağ münasebeti gibidir. İki nevi hafıza vardır:
1. Asıl hafıza.
2. Mihaniki hafıza.
Mihaniki hafıza madde âlemiyle münâsebet içindir. İkinci hafıza ise, hayâl ve hâtıralardır. Bergson, yaptığı araştırmalar neticesinde şu kanaata varmıştır. Dimağ, hafızanın kendisi değildir. Onun dayandığı bir yer ve intiba âletidir. Tefekkürün menbâı dinamik hafızadır.
Dimağ, tefekkür gibi ruhî haletin hiçbir zaman kendisi olamaz. Zaten düşünce ve zekâ gibi maddî olmayan varlıkların maddeden doğması hiç varit değildir. Dimağın vazifesi, düşünce ve şuur unsurlarının, realite ile temasta bulunmasında hizmet etmekten ve hâlin zaruretlerine karşı intibakta vesile olmaktan ibarettir.
Görülüyor ki, Bergson, maddeci filozofların tabiî ilimlerle izaha kalkıştıkları idrâk mes’elesini, tamamen ruhî bulmakta, insanın hüviyetinde, tamamen farklı bir hakikati, hiçbir vasıfla tavsif edilmeyecek manevî ve aslî bir varlığı kabul etmektedir.
Bu meşhur filozof, cismi, ruhun emrinde bir âlet olarak görmüştür. Ruh, fikirlerini açıklamada ondan istifade eder. Cisim daima amele yöneliktir. Cismin esas vazifesi amele münhasırdır; akıl olaylarından birini meydana getirebilecek bir gücü yoktur. Aklî olaylar, cismin ötesinde maddî olmayan, bir kuvvetin eseridir. Bu kuvvete ister ruh, ister nefis densin, netice değişmez.
Bergson, te’sis ettiği tefekkür sistemiyle, insanın maddî ve manevî olmak üzere iki mevcudun birleşmesiyle meydana gelen bir varlık olduğunu ispat etmiş, yalnız maddeye inananları da ruhtan başka hakikat kabul etmeyenleri de yıkmıştır.
“Ruhun Varlığı ile İlgili Nakli Deliller” bölümünde de belirttiğimiz gibi, ruh konusunda, hakikî söz sahibi onu yaratan Cenâb-ı Hakk’dır, vahy-i İlâhi’ye istinaden konuşan peygamberlerdir ve onların vârisleri olan din âlimleridir. Feylosofların görüşleri ise, vahy-i İlâhî’ye uygunlukları nisbetinde makbuldür.
Mücerret akıl, hakikati her yönüyle kavramaya yeterli olmadığından, feylesofların hiçbirinin bütün fikirlerini aynen kabul etmek mümkün değildir. Her biri Hakk’a belli bir nisbette yaklaşmış, hakikatin bir yönünü kendi aklının vüsati oranında ortaya koyabilmiştir. Onların sözleri Hak Dinin mizanında tartılmalı, hâlis çıkan fikirleri takdirle kabul edilip, hatalı görüşlerine itibar edilmemelidir.
Dipnotlar:
115. Sokrates (M.Ö. 468-400): Atinalıdır. Konuşma metodunu kullandı. Ömrünü, halkına ahlâk ve felsefe dersi vermekle geçirdi. Madde ile uğraşan felsefeyi ahlakî konulara yöneltti. Fikirlerini ortaya koyan bir eser bırakmadı. Talebesi Eflâtun’un anlattığına göre, Tek Allah inancını kabul ediyordu. Dolayısıyla çok tanrıcılıkla mücadele etti. Haksızlıklara tahammül edemeyen Sokrates, düşmanları ve onları anlayamayanlar tarafından baldıran zehiri içirilerek Atina’da öldürüldü.
116. Aristo (M.Ö. 384-322): Yunan filozofu. Eflâtun’un talebesidir. Makedonya’da doğdu. Mantık ilmini kurdu. Realizmi savundu. Büyük İskender’e hocalık yaptı. “Aristo Mantığı” günümüzde de geçerliliğini devam ettirmektedir. Eserleri çeşitli dillere çevrildiği
gibi Arapça’ya da çevrildi.
117. Descartes (1596-1650): Fransız filozofu, matematikçisi ve fizikçisi. Avrupa’yı dolaştı. Optik ve Analitik Geometri’yi o bulmuştur. Felsefenin Esasları, Ruhun İhtirasları, Zekâyı İşletmenin Yolları, Metod Üzerine Nutuklar… başlıca eserleridir.
118. Malebranche (1638-1715): Fransız hatibi ve metafizikçisi. Hakikatin Araştırılması isimli eseri meşhurdur.
119. Bergson (1859-1914): Fransız filozofudur. Başlıca eserleri: Şuurun Vasıtasız Verileri Üzerine Deneme, Madde ve Hafıza, Ruhî Enerji, Süre ve Hemzamanlık, Ahlâk ile Dinin İki Kaynağı…