Mektuplar, Sohbetler, Sorular ve Cevaplar

Allah’ın Hükmü ile Hükmetmeyenler

İstanbul’da yaptığımız bir sohbetten sonra bir grup genç yanıma geldiler. Onlardan birisi:

“Hocam müsaade ederseniz bir sualimiz var” dedi. Ben de, “Buyurun” dedim.

“Biz bir haftadan beri bu derslerinizi dikkatle takip ediyoruz. Bu derslerden iman ve Kur’an’a ait izahlarınızı, doğrusu fevkalade bulduk; dinleyen herkesi tatmin eder. Bunlara karşı hiçbir itirazımız yok. Ancak günlerdir bizim dikkatimizi çeken bir husus var ki o da şu:

“Meselenin odak noktasına hiç yanaşmadınız.”

“Ben odak noktasından ne kasttettiğinizi pek anlayamadım. Bu odak noktası nedir? Açıklayın da bileyim, ben ona uzak mıyım yakın mıyım?” diye sordum.

Biraz çekingen bir tavırla:

“Efendim siz bu kâfir devlete karşı hiçbir şey demediniz?..” dedi.

Ben de:

“Neye dayanarak bu hükme vardınız, hangi cesaretle siz bu ithamı yapıyorsunuz? Bu itham en evvel sizi tehlikeye götürür.” deyince,

“Efendim bu iddiamı Kur’an’a dayanarak yapıyorum. Cenab-ı Hak Kur’an’da bir ayetinde “Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyen bir kimse kâfir olur.” demiyor mu?” dedi.

Ben de:

“Siz bu Ayet-i Kerimenin manasını, Kur’an’ın tefsirine bakarak mı çıkardınız? Yoksa ayete kendi anlayışınıza göre mi mana veriyorsunuz?” diye sordum.

“Efendim biz tefsirlere bakmaya lüzum görmüyoruz. Çünkü bu ayet-i kerimeyi Cenab-ı Hak açık ve sarih olarak beyan ediyor.” diye cevap verdi.

Kendisine:

“Her ilmin kendine mahsus mütehassısları vardır ve Kur’an-ı Kerîm’i izah etmekte müfessirler salahiyetlidir, o noktada onlara müracaat edilmesi lazımdır. O sahada söz sahibi onlardır.” dedim ve sordum:

“Sizin mesleğiniz nedir?”

“Doktorum.” dedi.

“Bir hasta senin yerine bir mühendise muayene olmaya kalksa olur mu? Ne dersiniz?” diye sordum. O yine ısrarla:

“Ayetin manası sarih olduğundan, müfessirlere müracaat etmeye lüzum görmüyoruz.” dedi.

Onun bu ısrarına karşı:

“Cenab-ı Hak Kur’an’ında yalan söylemeyi, zina etmeyi, hırsızlık yapmayı helal kılmış mıdır?” diye sordum.

“Elbette hayır.” diye cevap verdi.

“Şu hâlde, dedim, siz hiç ömrünüzde yalan söylemediniz mi? Eğer deseniz ki söylemedim, asıl yalan bu olur. Demek ki siz de yalan söylemişsinizdir. Allah yalan söylemeyi indirmediğine onunla hükmetmediğine göre, siz kendi mantığınızla kendinizi kâfir etmiş olmuyor musunuz?” diye sordum.

O zaman tamamen sesleri kesildi. Ben de ayeti kerimenin asıl manasını açıkladım:

Ayetteki “vemenlemyahkum”, bi-l mana “vemenlemyusaddık”tır. Yani, “Allah’ın hükümleri ile amel etmeyen değil de onun hükümlerini tasdik etmeyen, reddeden kâfir olur. Çünkü amel etmemek başka, inkâr etmek daha başkadır. Amel etmeyen günahkâr, inkâr eden ise kâfir olur.” dedim. Ayrıca daire-i itikat ayrı daire-i muamelat ayrıdır. İkisini birbirine karıştırmak yanlış olur.

Devlete gelince, Bediüzzaman Hazretleri şöyle buyuruyor:

“Şeriatta yüzde doksan dokuz ahlâk, ibadet, ahiret ve fazilete aittir, yüzde bir nispetinde siyasete mütealliktir. Onu da ululemirlerimiz (yani devleti idare edenler) düşünsünler.”

“Demek ki, bizim vazifemiz, imana, irfana, ahlâka ait meseleleri öğrenip, öğretmektir. Biz de Risale-i Nur talebeleri olarak bu vazifeyi yapıyoruz. Şu hâlde devletin vazifesi başka, bizim vazifemiz başkadır. Devlet bazı cihetlerden hatalı olsa bile, binlerce cihetten iyiliği vardır. Allah hiçbir milleti devletsiz etmesin. Çünkü, sizin ittiham ettiğiniz, suçladığınız devlet sayesinde okullarınızda okuyorsunuz, onun birçok nimetlerinden faydalanıyorsunuz. Malımızın, canımızın emniyetini bu devlet sağlıyor.” dedim.

Sonra da onlara sordum:

“Nerede okuyorsunuz?” Birisi “Hukukta okuyorum”, diğeri, “Edebiyat Fakültesinde okuyorum”, bir diğeri de “Tıp Fakültesinde okuyorum.” diye cevap verdiler. Hukukçuya:

“Sen bu küfürle ittiham ettiğin bir devletin hukukunu nasıl okuyorsun?” diye sordum. Cevap verememesi üzerine, “Ne kadar tezata düştüğünüzü anladınız mı?” diye kendilerini ikaz ettim. “Devletin yaptığı bazı yanlışlara karşı da suskun kaldığımız söylenemez.” diye ilave ettim. Bunun üzerine bana:

“Bu devlet bir zamanlar Kur’anı, şimdi de Risale-i Nurları yasak etmedi mi?” diye sordular.

Cevaben:

“Şu noktaya dikkat etmemiz lazım. Devlete karşı itaat etmemek başka, isyan etmek başkadır. Devletin dine ait meselelerdeki yasaklarına karşı itaat etmeyiz, ama devlete isyan da etmeyiz.”

dedim. Sohbet sonunda memnun ve müteşekkir olduklarını ifade edip yanımdan ayrıldılar. Ben Erzurum’a dönünceye kadar derslerimize devam ettiler…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu