Bediüzzaman Hazretlerinin “Euzûbillahi mineşşeytani vessiyase” yani “Şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınırım” diyerek siyasetten uzak durmasını ve talebelerini de siyasetten şiddetle men etmesini nasıl izah edersiniz?
Siyaset, devlet işlerini tanzim ile milleti tedbir ve idare etme san’atıdır. Bir milletin maddî-manevî hukukunun muhafazası bu san’ata istinad eder. Huzur ve emniyeti tesis ile ferd ve cemiyetin maddî ve manevî terakki ve yükselmesini temin etmek ve halkını insanî faziletlere isal etmek, devlet idarecilerinin en mühim vazifesidir.
Siyaset, insanların niyet, hâl ve hareketlerine göre farklı mahiyetler kazanır. Eğer kâmil mânâda sadâkat ile dine, mukaddesata vesile ittihaz edilirse,elbette siyaset yüksek bir hizmet ve büyük bir vazifedir.
Buna binaen, ehil olanlar, vatan ve millete hizmet için, istikamet ve sadâkatle siyaset âleminde vazife alabilirler. Fakat, bu işe talip olanlar, amme menfaatini daima şahsî menfaatlarının üstünde tutmalı, haysiyet ve şereflerinden, izzet ve vakarlarından taviz vermemelidirler.
Eğer siyasette şahsî menfaat esas alınır, din ve mukaddesat bu uğurda feda edilirse, artık siyaset gayesinden uzaklaşır ve fenalıkların en şen’isi olur. Bu gibi siyaset erbabı, hiç teessüf ve tereddüd etmeden akşam ak dediğine sabah kara demekden çekinmez. Hatta daha da ileri giderek, işi dinî siyasete âlet etmeye kadar götürür. Bu ise büyük bir cinayettir.
Netice olarak, bazı siyasetçiler hırs ile siyaseti taassub derecesine vardırarak kendi fikirlerini mutlak hak; başkalarının fikirlerini batıl telakki ederler ve ihtiraslarına kapılıp aklı selîm ile muhakeme edemez hale gelirler.Haysiyet ve şereflerinden taviz vermekle zelil olurlar. Kendi arzu ve ihtiraslarının tatminini her şeyin fevkinde görerek ne vicdanlarının sesini,ne de akl-ı selimin ikaz ve irşâdlannı nazar-ı itibara alırlar.
Evet, ihtiras ve taassub, güzel meziyetlerin ve seciyelerin daima düşmanıdır.İnsanda ne vicdan, ne insaf, ne de merhamet bırakır.
İşte böyle bir siyaset, uzak kalınması gereken bir hâldir.
Bediüzzaman Hazretleri, Eski Said tabir ettiği Risale-i Nurların telifinden önceki dönemde, sırf dine, mukaddesata hizmet maksadıyla siyasete bir derece atf-ı nazar etmiş, fakat siyasetin esas gayesinden saparak, menfaat üzerinde boğuşmaya inkılab ettiğini, tarafgirliğe, tefrikaya yol açtığını görünce, bu yolla imân ve Kur’an’a hizmet edilemeyeceğine karar vermiş ve siyaset âleminden nazarını çekmiştir. Bu kararını şöyle dile getiriyor:
“Dokuz on sene evvelki Eski Said, bir miktar siyasete girdi. Belki siyaset vasıtasıyla dine ve ilme hizmet edeceğim diye beyhude yoruldu ve gördü ki, o yol meşkûk ve müşkülatlı ve bana nisbeten fuzuliyane, hem en lüzumlu hizmete mani ve hatarlı bir yoldur.”(Mektubat)
İmam-ı Gazali Hazretleri de İhya’sında şöyle buyurur:
“İnsanların dünya ve âhiret işlerini ıslah ve irşâd ile onları tarık-i müstakime isal eden siyaset dört kısma ayrılır:“
“Birinci ve en yükseği, ‘enbiyanın siyaseti’dir. Onların hükümleri, avam olsun havas olsun, bütün insanların hemzahir, hem de batınlarına taalluk eder. (Yâni, onlar irşâd ve nasihatlarıyla ümmetlerinin hem kalb ve vicdanlarında tasarruf ederler, hem de onlara ahkâmı ilâhîyi tatbik ederler.)”
“İkincisi, ‘meliklerin, sultanların siyaseti’dir. Bunların hükmü, bütün insanların sadece zahirlerine münhasırdır.(Bunlar, raiyetleri üzerinde kanun hâkimiyetini tesis ile vazifelidirler. Onların kalb ve ruh âlemlerinde tasarrufa yetkili değildirler.)”
“Üçüncüsü, ‘peygamber vârisi derecesinde olan arif ve âlimlerin siyaseti’dir. Bunların hüküm ve nüfuzları sadece havassın batınlarınadır. (Yâni, onlar ancak gönül âleminin sultanıdırlar. Vazifeleri, sadece ikaz, irşâd ve nasihattir.)”
“Dördüncüsü, ‘vaizlerin, nasihlerin siyaseti’dir. Bunların hükümleri de avamın batınlarınadır.”
Üstadımızın siyaset anlayışı mütalâa edilirken, O’nun bir Peygamber vârisi, bir müceddid olduğu gözden uzak tutulmamalıdır. Malûmdur ki, müceddidin vazifesi, insanın manevî hayatını, nefis ve şeytanın tahakkümünden kurtarmak, kin, öfke, hased gibi bayağı hislerden temizlemek, ruh ve kalbini mârifetle, muhabbetle tamir etmek, nefsini gemleyip ruhunu maaliyâta sevketmektir.
Müceddidler siyasî idareciler gibi, insanların içtimaî, siyasî, iktisadî hayatlarının tanzimiyle mükellef olmadıkları gibi, Peygamberlere (A.S.) verilen selahiyete de tamamiyle malik değildirler. Onlar sadece Peygamberlerin tebliğ vazifesinin vârisidirler.
Onlar, vazifelerinin sadece ve sadece tebliğ ve davet olduğunu, halklara kabul etirmek ve te’sir etmenin tebliğde dâhil olmadığını, lâzım da olmadığını,bunun ancak Cenâb-ı Hakk’ın vazifesi olduğunu bilirler.
Onların, irşâd ettikleri insanlar üzerindeki nüfuz ve te’sirlerinin menşei, Allah tarafından kalplerine ilham olunan feyizlerdir.
Yani, onların vazifesi, insanları irşâd, ikaz ve hidayetlerine vesile olmaktır. Hakimiyetleri yalnız kalp ve gönüller üzerindedir. Onlar, kalp ve gönüllerin sultanıdırlar.
İmana, Kur’an’a ait hakikatları bu asrın idrakine en uygun bir tarzda izah ve ispat etme vazifesini, asrımızın manevî sultanı, mürşidi ve müceddidi olan Bediüzzaman Hazretlerinde kemâliyle müşahede ediyoruz.
Üstadımız Bediüzzaman Hazretleri de selefi olan diğer müceddidlergibi, asıl himmet ve gayretini insanların irşâd ve ıslahına hasretmiş, devlet idarecilerinin siyasetine fiilen karışmamakla birlikte, icabında onları ikaz etmekten de geri kalmamıştır.
Bu vesileyle, ekser insanların hâlihazırdaki üzüntü verici hallerine de kısaca temas etmeden geçemeyeceğim.
Bugün Müslümanların büyük bir ekseriyeti, İmam-ı Gazali’nin tasnifinde üçüncü ve dördüncü maddelerde zikredilen zevat-ı kiramdan faydalanmak,tefeyyüz etmek yerine, devlet siyasetini elde tutanların arkasından düşe kalka gitmekte ve o kıymettar ömür sermayelerini boş yere zayi etmektedirler.
Bediüzzaman Hazretlerine göre, bu gibi insanları ikaz etmenin yolu, onlara nur göstermek, ebedî ve daimî olan imân hakikatlarını, değil muvakkat siyaset cereyanlarına, hatta uhrevî makamlara bile basamak etmeden, sırf Allah rızası için tebliğ etmektir. Bu ihlâsı ve bu fedakârlığıO’nun hayatının her safhasında müşahede etmekteyiz.
Bediüzzaman Hazretleri eserlerinin birçok yerinde siyasetten içtinabınınsebeplerini izah ederek talebelerine siyasetten kaçınmalarını ders vermiştir.Bu sebeplerin başlıcaları şunlardır:
1. Üstadımız bu asırda en büyük tehlikenin kalplerin bozulmasıyla imanınzedelenmesi olduğunu görmüş ve bunun çaresini siyaset cereyanlarında değil Kur’an’ın hakikatlarında aramış ve O’nda bulmuştur. Kendisine siyaset vadisinde yapılan en cazip tekliflere katiyyen iltifat etmemiş ve siyasetten uzak kalmasını şöyle ifade buyurmuştur:
“Bu iki ay zarfında heyecanlı bir vaziyeti siyasiye karşısında bana, hem alakadar olduğum çok kardeşlerime kavi bir ihtimal ile ferah verecek bir teşebbüs etmek lazımken, o vaziyete hiç ehemmiyet vermiyerek bilakis beni tazyik eden ehl-i dünyanın lehinde olarak bir fikirde bulundum. Bazı zatlar hayret içinde hayrette kaldılar. Dediler ki: ‘Sana işkence eden bu mübtedi ve kısmen münafık baştaki insanların takib ettikleri siyaseti nasıl görüyorsun ki ilişmiyorsun?’ Verdiğim cevabın muhtasarı şudur ki:
“Bu zamanda ehl-i İslâm’ın en mühim tehlikesi fen ve felsefeden gelen bir dalaletle kalplerin bozulması ve imanın zedelenmesidir. Bunun çare-i yegânesi: nurdur, nur göstermektir ki, kalpler ıslah olsun, imanlar kurtulsun. Eğer siyaset topuzuyla hareket edilse, galebe çalınsa, o kâfirler münafık derecesine iner. Münafık kâfirden daha fenadır. Demek, topuz böyle bir zamanda kalbi ıslah etmez. O vakit küfür kalbe girer, saklanır; nifaka inkılâb eder. Hem nur, hem topuz ikisini, bu zamanda benim gibi bir aciz yapamaz. Onun için bütün kuvvetimle nura sarılmağa mecbur olduğumdan, siyaset topuzu ne şekilde olursa olsun bakmamak lazım geliyor. Ama maddi cihadın muktezası ise o vazife şimdilik bizde değildir. Evet ehline göre, kâfirin veya mürtedin tecavüzatına sed çekmek için topuz lazımdır. Fakat iki elimiz var. Eğer yüz elimiz de olsa, ancak nura kâfi gelir. Topuzu tutacak elimiz yok!”(Lem’alar)
2. Üstadımız, imana ve Kur’an’a hizmetin selameti için siyasetten içtinabı elzem görmüştür.
Risalelerinde bu mânâyı teyid ve ispat eden bahislerden birkaçını aşağıda takdim ediyorum:
“Hayat-ı ebediyeyi kazanmakta en birinci vasıta ve saadet-i ebediyenin anahtarı, imandır; ona çalışmak lazım geliyor. Fakat ilim itibariyle insanlara dahi bir menfaat dokundurmak için, şer’an hizmete mükellef olduğumdan hizmet etmek isterim. Lâkin o hizmet, ya hayat-ı içtimaiye ve dünyeviyeye ait olacak; o ise elimden gelmez. Hem fırtınalı bir zamanda sağlam hizmet edilmez. Onun için o ciheti bırakıp, en mühim, en lüzumlu, en selametli olan, imana hizmet cihetini tercih ettim. Kendi nefsime kazandığım hakaik-i imaniyeyi ve nefsimde tecrübe etiğim mânevî ilaçları, sair insanların eline geçmek için o kapıyı açık bırakıyorum.”(Mektubat)
“ Kur’an-ı Hakim’in hizmeti, beni şiddetli bir surette siyaset âleminden menetti. Hatta düşünmesini de bana unutturdu.Yoksa bütün sergüzeşt-i hayatım şühiddir ki, hak gördüğüm meslekte gitmeye karşı, korku elimi tutup menedememiş ve edemiyor.”(Mektubat)
“Amma Kur’an ve imanın hizmeti, ne için beni menediyor, dersen; ben de derim ki: Hakaik-i îmaniye ve Kur’ânîye birer elmas hükmünde olduğu halde, siyaset ile âlüde olsa idim, elimdeki o elmaslar iğfal olunabilen avam tarafından, ‘Acaba taraftar kazanmak için bir propaganda-i siyaset değil mi?’ diye düşünürler. O elmaslara, âdi şişeler nazarıyla bakabilirler.O halde ben o siyasete temas etmekle, o elmaslara zulmederim ve kıymetlerini tenzil etmek hükmüne geçer.”(Mektubat)
3. Bediüzzaman Hazretleri imân hizmetine o kadar ehemmiyet vermektedirki, siyaset-i İslâmiyeyi ve Müslümanlara hayat-ı içtimaiyyede hizmet etmeyi, imân hizmetine nisbeten üçüncü dördüncü derecede görmektedir.
Risalelerden bu hakikati teyid eden iki misâl:
“… din düsturlarının bir hadimi olmak cihetinde, güneş gibi imanlar taşıyan bir kısım sahabeler ve onlara benziyen mücahidinden, selef-i salihinden başka; siyasetçi, ekserce tam muttaki dindar olamaz. Tam ve hakikî dindar muttaki olanlar, siyasetçi olmazlar, yani, maksad-ı aslî siyasetini yapanlarda din, ikinci derecede kalır, tebeî hükmüne geçer. Hakikî dindar ise, bütün kâinatın en büyük gayesi ubudiyet-i insaniyedir diye siyasete, aşk-ı merak ile değil, ikinci üçüncü mertebede onu dine ve hakikâta alet etmeğe -eğer mümkünse- çalışabilir. Yoksa baki elmasları kırılacak âdi şişelere alet yapar.” (Emirdağı Lahikası)
“Risale-i Nur dairesi haricinde bulunan ulemalar, belki de veliler; o siyasi ve içtimai hayatın rabıtaları sebebiyle, hakaik-i imaniyenin hükmünü ikinci, üçüncü derecede bırakıp, o cereyanların hükmüne tabi olarak hemfikri olan münafıkları sever. Kendine muhalif olan ehl-i hakikati, belki ehl-i velayeti tenkid ve adâvet eder; hatta hissiyat-ı diniyeyi o cereyanlara tâbi yaparlar.”
“İşte bu asrın bu acib tehlikesine karşı Risale-i Nur’un hizmet ve meşgalesi, şimdiki siyaseti ve cereyanlarını o derece nazarımdan iskat etmiş ki; bu dört ayda merak etmedim, sormadım.”(Kastamonu Lahikası)
4. Üstad Hazretleri, siyasetle iştigalin Nur Talebelerine hakiki vazifelerini unutturacağı, onlara gaflet vererek kudsi hizmetlerini ihmal ettireceği endişesiyle talebelerini siyasetten şiddetle menetmiştir. Şöyle ki:
“Hem imân ve hakikat noktasında, bu çeşit merakların büyük zararları var. Çünki, gaflet verecek ve dünyaya boğduracak ve hakiki vazife-i insaniyeti ve ahireti unutturacak olan en geniş daire ise siyaset dairesidir. Hususan böyle umumî ve mücadele suretindeki hadiseler, kalbi de boğuyor. Güneş gibi bir imân lazım ki; her şeyde, her vaziyette, her bir harekette kader-i ilâhi ve kudreti Rabbaniyenin izini, eserini görsün, tâ o zulm-ü zulmette kalb boğulmasın, imân sönmesin; tâ ki, tabiat ve tesadüfe saplanmasın. Hatta ehl-i hakikat, hakikat ve mârifetullahı bulmak için, kesret dairelerini unutmaya çalışıyorlar;tâ kalb dağılmasın ve lüzumlu ve kıymetli şeye sarfetmek lazım gelen merakı; zevki, şevki, lüzumsuz fâni şeylerde telef olmasın.”(Emirdağı Lahikası)
“Dünya siyasetine karışmadığımın sebebi; o geniş ve büyük dairede vazife az ve küçük olmakla beraber, cazibedarlık cihetiyle meraklıları kendiyle meşgul eder; hakikî ve büyük vazifelerini onlara unutturur veya noksan bıraktırır; hem her hâlde bir tarafgirlik meylini verir, zâlimlerin zulümlerini hoş görür, şerik olur.”(Emirdağı Lahikası)
“Hem Risale-i Nur’un has talebesi, elmaslar hükmünde olan hakaik-i imaniyenin vazifesi içinde zâlimlerin satranç oyunlarına bakmakla vazife-i kudsiyelerini onlar ile bulaştırmamak gerektir.”
“Cenab-ı Hak, bize, nur ve nûranî vazifeyi vermiş; onlara da zulümlü zülümatlı oyunları vermiş. Onlar bizden istiğna edip yardım etmedikleri ve elmizdeki kudsî nurlara müşteri olmadıkları halde, biz onların karanlıklı oyunlarına vazifemizin zararına bakmağa tenezzül etmek hatadır. Bize ve merakımıza, dairemiz içindeki ezvak-ı mânevîye ve envar-ı îmaniye kâfî ve vafîdir.”(Kastamonu Lahikası)
5. Hz. Üstad’ın talebelerini siyasetten menetmesinin ehemmiyetli bir başka sebebi de siyasetin tefrikaya yol açması ve uhuvvet-i İslâmiyeyi zedelemesidir. Bu husustaki derin endişesini şöyle dile getirir:
“Sakın, sakın!.. Dünya cereyanları hususan siyaset cereyanları ve bilhassa harice bakan cereyanlar sizi tefrikaya atmasın? Karşınızda ittihad etmiş dalalet fırkalarına karşı perişan etmesin! ‘Elhubbufillah vel buğzufillah’ düsturu Rahmânî yerine, el-iyazu billah ‘Elhubbu fıssiyaseti vel buğzu lissiyaseti’ düstur-u şeytanî hükmedip, melek gibi bir hakikat kardeşine adâvet ve elhannas gibi gösterip, cinayetine şerik eylemesin.”(Kastamonu Lahikası)
Bu mânâyı bir başka eserinde şöyle ifade eder:
“İnat bazan müfrit fırka mutaassıplarına dalal ve batılı istilzam ettirir. Şeytan birisine yardım etse melek der rahmet okur, ötekini de melek görse libasını değiştirmiştir, der, lanet eder.”
Bu mânâyı teyid eden bir hâdise, O’nu siyasetten tamamen nefret ettirmiştir. Hâdiseyi bizzat kendisi şöyle dile getirir:
“Bir zaman, bu garazkârane tarafgirlik neticesi olarak gördüm ki; mütedeyyin bir ehl-i ilim, fikr-i siyasisine muhalif bir âlim-i sâlihi tekfir derecesinde tezyif etti. Ve kendi fikrinde olan bir münafığı, hürmetkârane methetti. İşte, siyasetin bu fena neticelerinden ürktüm, (euzübillahi mineşeytani vessiyase) dedim. O zamandan beri hayat-ı siyasiyeden çekildim.”(Mektubat)
6. Üstad Hazretlerinin siyasetten içtinabının en önemli bir sebebi de, hakaik-ı imaniyeyi bütün siyaset cereyanlarının fevkinde tutmak ve Risale-i Nurdaki hakikatlardan istifade kapısını hangi partiden olursa olsun bütün Müslümanlara açık bırakmaktır. Bu hakikati, On Üçüncü Mektup’ta şöyle izah etmektedir:
“Nur-u Kur’an’ı elde etmek için eûzübillahi mineşşeytanivessiyaseti deyip, siyaset topuzunu atarak, iki elim ile nura sarıldım. Gördüm ki; siyaset cereyanlarında; hem muvafıkta,hem muhalifte o nurların âşıkları var. Bütün siyaset cereyanlarının ve tarafgirliklerin çok fevkinde ve onların garazkarane telakkiyatlarından müberra ve safi olan bir makamda verilen dersi Kur’an ve gösterilen envar-ı Kur’ânîyeden hiç bir taraf ve hiçbir kısım çekinmemek ve ittiham etmemek gerekir. Meğer dinsizliği ve zındıkayı siyaset zannedip ona tarafgirlik eden insan suretinde şeytanlar ola veya beşer kıyafetinde hayvanlar ola…”
“Elhamdülillah, siyasetten tecerrüd sebebiyle, Kur’an’ın elmas gibi hakikatlarını propaganda-i siyaset ittihamı altında cam parçalarının kıymetine indirmedim. Belki gittikçe o elmaslar, kıymetlerini her taifenin nazarında parlak bir tarzda ziyadeleştirecek.”
“Imân dersi için gelenlere tarafgirlik nazarıyla bakılmaz. Dost-düşman derste farketmez.”
“Hâlbuki siyaset tarafgirliği bu mânâyı zedeler.İhlâs kırılır. Onun içindir ki Nurcular, emsalsiz işkencelere ve sıkıntılara tahammül edip Nuru hiçbir şeye alet etmediler.Siyaset topuzuna el atmadılar.” (Emirdağı Lahikası)
Bu vesileyle 1335’de İstanbul’da bir mecliste cereyan eden şu muhaveresinide buraya dercetmekte fayda mülahaza ediyorum; şöyle ki:
“Dediler: Dinsizliği görmüyor musun, meydan alıyor. Din namına meydana çıkmak lazım.”
“Dedim: Kim fâsık siyasetdaşını mütedeyyin muhalifine, su-i zan bahaneleriyle tercih etse, muharriki siyasetçiliktir. Hem umumun mal-ı makaddesi olan dini inhisar zihniyetiyle kendi meslekdaşlarına daha ziyade has göstermekle, kavi bir ekseriyette dine aleyhdarlık meyli uyandırmakla nazardan düşürmek ise, muharriki tarafgirliktir.”(Sünuhat)
Buraya kadar Bediüzzaman Hazretlerinin siyasetten içtinabının başlıca ebeblerini ana hatlarıyla bir derece izah ettik. Bu noktada hatıra gelebilecek bir soruya da kısaca cevap vererek bu mevzuya son vermek istiyoruz:
– Madem Bediüzzaman Hazretleri siyasetten içtinab etmiştir. Öyle ise niçin DP’ye rey vermiş ve siyasîlere çeşitli meselelere dair ikaz edici mektuplar göndermiş. Bunlar siyasete karışmak değil midir?