İrşad Sahasında Bediüzzaman

Risale-i Nur’un konuları itibariyle ilm-i kelamla irtibatı nedir?

Malûmdur ki, her ilmin şerefi, kadr ü kıymeti, mevzuunun ve gayesinin kıymeti nisbetindedir. Kelâm ilminin konusu imân hakikatleri; gayesi ise hem dünya hem de ahiret saadetidir. Binaenaleyh bu ilmin mertebesi, bütün ilimlerin fevkindedir.

Bu ilim zandan uzaktır, katiyyet ve yakîni ifade eder. Zira bu ilim, esas itibariyle nakle dayanmakla beraber, hüccet ve delilleri akla müsteniddir.

Şu da inkârı mümkün olmayan bir hakikattir ki, Ehl-i sünnet inancı, ilm-i kelâm sayesinde bugüne kadar muhafaza edilmiştir. Hem dinsiz felsefenin taarruzundan, hem âlem-i İslâm içinde zuhur eden yetmişten fazla dalâlet fırkasının tasallutundan imanımızı kurtaran ilm-i kelâm olmuştur.

Mânevîyatımızı aydınlatan ve ziyalandıran bu ilim güneşinin söndürülmesi için mazide maalesef çok gayret gösterilmiş, çok emek sarfedilmiştir. Vicdanları muzdarip eden, akılları dehşete düşüren çok hassas faaliyetler sürdürülmüştür. Fakat İmamı Gazali, Fahreddin-i Razî, Seyyid Şerif Cürcanî ve Taftazanî gibi Kur’ân ve sünnete istinad eden büyük muhakkiklerin o kudretli burhanları karşısında, hamdolsun, o fırkaların kendileri söndüler.

Fakat asırlar geçtikçe, muhataplar değiştikçe, yeni şüphe ve tereddütler zuhur ettikçe, ilm-i kelâmda tereddüt ve tekâmül ihtiyacı belirmiş; esaslarını aynen muhafaza etmekle beraber, hakikatların isbatında yeni izahlar ve deliller kullanılması zaruret olmuştur.

Gerçekten de imana ve İslâm’a sistemli olarak hücum edildiği, küfür ve ilhad cereyanlarının ruhlarda, akıllarda, vicdanlarda derin yaralar açtığı bu asırda, bütün bu tasallutlara karşı koyabilecek ve onların tahribatlarını tamir edecek güçte bir tecdit hareketi lâzımdı. Bu hareket aklı ikna, kalbi tatmin, nefsi ilzam edecek bir kudrete malik olmalıydı. Kelâm ilminin sadece aklı nazara alan eski metoduyla bu küfür ve ilhad ordusunu altetmek mümkün değildi.

Malumdur ki, hepimiz Hz. Ali’nin (R.A.) kılıcını mübarek tanır, ona hürmet ederiz, ama bugün o kılıçla harbe gidemeyiz. Aynen bunun gibi, artık ilm-i kelâm âlimlerinin eski izah ve ispatlarıyla, günümüz insanının şüphe ve tereddütlerini tam yenemeyiz.

İşte bu asrın şiddetle muhtaç olduğu bu yenilenme hareketini, bu büyük tecdid vazifesini, Bediüzzaman Hazretleri hakkıyla gerçekleştirmiştir.

Bu hakikati bizzat kendisi şöyle ifade buyuruyor:

Şu zamanda dalâlet-i fenniye, elini, esasata ve erkâna uzatmış olduğundan, her derde lâyık devayı ihsan eden Hakîm-i Rahîm olan Zât-ı Zülcelâl, Kur’an-ı Kerim’in en parlak mazhar-ı i’cazından olan temsilatından bir şulesini; acz ve zaafıma, fakr ve ihtiyacıma merhameten, hizmet-i Kur’an’a ait yazılarıma ihsan etti. Felilahilhamd sırr-ı temsil dürbünüyle, en uzak hakikatlar gayet yakın gösterildi. Hem sırr-ı temsil cihet ül vahdetiyle, en dağınık meseleler toplattırıldı. Hem sırr-ı temsil merdiveniyle, en yüksek hakaika kolaylıkla yetiştirildi. Hem sırr-ı temsil penceresiyle, hakaik-ı gaybiyyeye,esasat-ı İslâmiyyeye şuhuda yakın bir yakîn-i im aniyyehâsıl oldu. Akıl ile beraber vehim ve hayal hatta nefs ve heva teslime mecbur olduğu gibi, şeytan dahi teslim-i silaha mecbur oldu.”(Mektubat)

Bediüzzaman hazretleri’nin Risale-i Nur ile ortaya koyduğu bu tecdid hareketinin, klasik kalem ilminden bazı cihetlerle farkı vardır. Bunlardan birisini kendisi şöyle ifade ediyor:

Bazı sözlerde ulema-i ilm-i kelâmın mesleğiyle, Kur’an’dan alınan minhac-ı hakikînin farkları hakkında şöyle bir temsil söylemişiz ki; meselâ: Bir su getirmek için, bazıları, küngân ile (su borusu) uzak yerden, dağlar altında kazar, su getirir. Bir kısım da, her yerde kuyu kazar, su çıkarır. Birinci kısım çok zahmetlidir; tıkanır, kesilir. Fakat her yerde kuyuları kazıp su çıkarmağa ehil olanlar, zahmetsiz herbir yerde suyu buldukları gibi… Aynen öyle de: Ulema-i ilm-i Kelâm, esbabı, nihayet-i âlemde teselsül ve devrin muhaliyetiyle kesip, sonra Vâcib’ül-Vücud’un vücudunu bununla isbat ediyorlar. Uzun bir yolda gidiliyor. Amma Kur’an-ı Hakimin minhâc-ı hakikisi ise, her yerde suyu buluyor, çıkarıyor. Her bir ayeti birer Asay-ı Musa gibi, nereye vursa âb-ı hayat fışkırtıyor. (Ve fi külli şeyin lehü ayetin tedüllü ala ennehü vahid) düsturunu her şeye okutturuyor.”

“Hem îman yalnız ilim ile değil, imanda çok letâifin hisseleri var. Nasıl ki bir yemek mideye girse, o yemek muhtelif âsâba, muhtelif bir surette inkısam edip tevzi olunuyor, îlim ile gelen mesâil-i imaniyye dahi, akıl midesine girdikten sonra, derecata göre ruh, kalb, sır, nefis vehâkeza… letâif, kendisine göre birer hisse alır, masseder. Eğer onların hissesi olmazsa,noksandır.”(Mektubat)

Evet, gerçekten bu asrın bütün manevî dertlerine kâfi ve yeterli bir deva olan Risale-i Nur, akıl ile kalbi, bir muvazene içerisinde, birlikte tekâmül ettiriyor, zihnin ilim mertebelerinde inkişafını sağlarken, kalbi irfan nurlarından hissedar ediyor.

Mektubunuzda ilm-i kelâm dersini benden almak arzu etmişsiniz. Zaten o dersi alıyorsunuz. Yazdığınız umum sözler, o nurlu ve hakiki ilm-i kelâmın dersleridir.”

“İmam-ı Rabbani gibi bazı kudsî muhakkikler demişler ki: Ahir zamanda ilm-i kelâmı, yani ehl-i hak mezhebi olan mesaili imaniye-i kelâmiyeyi birisi öyle bir surette beyan edecek ki, umum ehl-i keşf ve tarikatın fevkinde, o nurların neşrine sebebiyet verecektir. Hatta İtmamı Rabbani, kendisini o şahıs gibi görmüştür…”(Barla Lahikası)

“O imam (İmam-ı Rabbani) ders verirken diyordu: ‘Mütekelliminden ve ilm-i kelâm ulemasından birisi gelecek, bütün hakaik-i imaniye ve İslâmiyeyi delâil-i akliyye ile kemal-i vuzuhla isbat edecek. Ben istiyorum ki, ben o olsam, belki (Haşiye) o adamım.I”

“Haşiye: Zaman isbat etti ki: O adam, adam değil Risale-i Nurdur. Belki ehl-i keşif, Risale-i Nur’u ehemmiyetsiz olan tercümanı ve naşiri suretinde keşiflerinde müşahede etmişler, ‘bir adam’ demişler.”(Şualar)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu