Nükteler

“Eğer vermek istemeseydi, istemek vermezdi.”

İnsanın nefsine dercedilen binlerce ihtiyaçlar ve arzular; o arzulara cevap verecek, o ihtiyaçları tatmin edecek haricî nimetlerin vücuduna kat’î bir bürhandır. Meselâ, bir tavuğun altına hem ördek hem de tavuk yumurtası konulmuş olsun. Zamanı gelince, tavuk yumurtasından izn-i İlâhî ile çıkan civciv derhal yeri eşelemeye başladığı hâlde, ördek yumurtasından çıkan yavru sağa sola koşar ve yüzeceği bir göl yahut bir nehir arar. Ördek yavrusunun göle olan bu arzu ve iştiyakı, hariçte göllerin, nehirlerin vücuduna delildir. Ve o yavrularda bu arzuyu yaratan, gölleri ve nehirleri yaratandan başkası değildir. Eğer o Hâkim-i Zülcelâl, akarsuları, gölleri yaratmasaydı ördeğe o arzuyu vermezdi.

Aynen bu misâl gibi, insandaki ebed arzusu da ebediyetin ve ebedî saadetin vücuduna kat’î bir bürhandır. Madem, O Hakîm-i Zülcelâl, insana ebed arzusunu vermiş, elbette rahmetiyle ebedî saadeti de ihsan edecektir.

Evet, kim kendi uyanık vicdanını dinlerse “ebed ebed” sesini işitecektir. Bütün kâinat o vicdana verilse, ebede karşı olan ihtiyacın yerini dolduramaz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu