İslâmî Mezhepler Hıristiyanlıktaki Mezheplere Benzemez
İslâm dinindeki mezhebler ile Hristiyan dinindeki mezhepler arasında büyük farklılıklar vardır. Zira İslâmî mezhebler itikat ve ibadete ait temel hükümlerde müttefiktirler. Hristiyan alemdeki mezhepler ise birbirlerinin küfrüne, dalaletine hükmetmişlerdir, herbirisi adeta müstakil bir din halini almıştır. Aralarında yıllarca devam eden savaşlar olmuştur.
İslâm mezhepleriyle Hristiyan mezheplerinin arasındaki farklılığın temelinde bu mezheplerin doğuş biçimi yatmaktadır. İslâm mezheplerinin üç ana kaynaktan beslendiğini görüyoruz: Birincisi Kur’an’dır. Mezhepler, aynı Kur’an’ın içtihada açık âyetlerinin farklı yorumlanmasından doğmuşlardır.
Hristiyanlıkta ise İncil bir tane değildir. Yetmişe kadar çıkan İncil sayısı, İznik toplantısıyla ancak dörde indirilebilmiştir. Farklı İncillerden doğan mezheplerin ise ayrı birer din gibi ortaya çıkması kaçınılmaz olmuştur.
İkinci kaynak hadistir. Allah Resûlü (a.s.m.) bizzat içtihat etmişler ve bu içtihatlar mezhep imamları için önemli bir kaynak olmuştur. Hazret-i İsa aleyhisselamın ise İncil üzerinde yaptığı bir içtihat gösterilemiyor.
Üçüncü kaynak sahabelerin yaptıkları içtihatlardır. Bu içtihatların bir kısmı Resûlullah hayatta iken yapılmış ve onun kabulüne mazhar olmuştur. Allah Resûlünün (a.s.m.), sahabenin alimlerine içtihat müsaadesi vermesiyle, ashap tarafından birçok içtihatlar yapılmıştır. Bunlar da mezhepler için üçüncü önemli kaynaktır.
İşte mezhep imamları bu üç kaynakta açık hüküm bulunmayan bazı yeni meselelerde içtahat yapmışlardır. Bunlar ise şeriatın ancak yüzde onunu teşkil eder.
Hristiyanlıkta ise havariyyuna dayandırılan bir içtihat da söz konusu değildir.
Hâl böyle olunca, papazlar yukarıda sayılan üç kaynaktan mahrum kalmışlar ve kendi heveslerine, zanlarına bazen de menfaatlerine göre keyfi ve indi görüşler serdetme hususunda serbest kalabilmişler ve birbirine zıt mezhepler ortaya çıkmıştır. Hristiyanlık dini ruhani reislerin elinde bir zulüm ve tahakküm vasıtası olarak kullanılmıştır.
Bediüzzaman Hazretleri bu hususu şöyle ifade etmiştir;
“Havas ve hükümet adamları elinde çok zaman Din-i Hristiyanî, bahusus Katolik Mezhebi; bir vasıta-i tahakküm ve istibdad olmuştu. Havas, o vasıta ile nüfuzlarını avam üzerinde idame ediyorlardı. Ve ‘serseri’ tabir ettikleri avam tabakasında intibaha gelen hamiyetperverlerini ve havas zâlimlerin istibdadına karşı hücum eden hürriyetperverlerin mütefekkir kısımlarını ezmeye vasıta olduğundan ve dört yüz seneye yakın Firengistanda ihtilaller ile istirahat-i beşeriyeyi bozmağa ve hayat-ı içtimaiyeyi zîr ü zeber etmeye bir sebeb telakki edildiğinden; o mezhebe, dinsizlik namına değil, belki Hristiyanlığın diğer bir mezhebi namına hücum edildi.”56
Diğer taraftan, İslâmiyet’te “düşün, sonra iman et” hakikati hakimdir. Hristiyanlıkta ise “düşünmeden inanacaksın, sonra yine düşünmeyeceksin” hurafesi hakimdir. Çünkü Hristiyanlıkta din aklın hükümlerine zıddır. Hatta, iman hususunda tefekkür küfürdür. Bir Hristiyan ruhani reisinin nasihati şöyledir; “Sakın aklı rehber ittihaz etmeyiniz, çünkü din akla külliyen muhalifdir.”
İslâm dini hüccet ve delil ile birşeyi kabul etmeyi emreder. Hristiyanlarda ise delil ve hüccet ile iştigal etmek fuzulidir. Bununla uğraşanlar tahkir edilir. Papazlar din namına telkin ettikleri faraziye ve hurafeler ile hiçbir zaman aklı tatmin edememişler ve vicdanları huzura kavuşturamamışlardır. Sadece hakikat ile hurafelerin arasını fark edemeyecek kadar şuursuz olan bir kısım ami insanları iğfal etmişlerdir.
Bediüzzaman Hazretleri Hutbe-i Şamiye isimli eserinde,
“Biz Kur’an şakirdleri olan Müslümanlar, bûrhana tâbi oluyoruz. Akıl ve fikir ve kalbimizle hakaik-i imaniyeye giriyoruz. Başka dinlerin bazı efradları gibi ruhbanları taklid için bûrhanı bırakmıyoruz.” 57
buyurur. Yine bir başka eserinde de,
“Her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mehenge vurunuz. Eğer altun çıktı ise kalpte saklayınız.”58 buyurmuştur.
İslâmiyet’te müçtehit ve mürşidler tarafından ortaya konulan hakikatler tedkik edildiğinde, bu hakikatlerin akli ve nakli delillere istinad ettiği görülür.
Dipnotlar:
56 Mektûbat.
57 Hutbe-i Şamiye.
58 Münazarat.