Kur’an’ın Benzeri Neden Yapılamaz?
Her kelam, kendisini söyleyenin sikkesini taşımaktadır. Lisan aynı da olsa, kabiliyetlerin farklılığı, ilim ve belâgattaki tefavüt gibi hususlar, kelâmlara ayrı ayrı sikkeler kazandırmakta ve ehli için o sözün kime ait olduğunu âdeta haykırmaktadır. Meselâ, hepimiz Türkçe konuştuğumuz hâlde, Yûnus Emre’nin veya Mehmed Âkif’in bir şiirini işittiğimizde bu şiirlerin şairlerini derhal tefrik edebiliyoruz. Demek ki sözlerde Türkçe’nin ötesinde bir şey var. O da bu zatlardaki kemâlâtın, belâgatın ve ilmin kelâma aksetmesinden ibaret olan bir mahsus sikkedir ki, bizim sözlerimizde bulunmuyor.
Her bir ilim ve kemâl ehlinin kelâmı, sahibinin sikkesini taşırsa, elbette bütün kemalât onun kemâline nisbeten zayıf bir gölge olan Âlim-i Mutlak’ın kelâmı i’caz sikkesini taşıyacaktır.
Bu sırrı müdrik olmayan ve kelâmdan anlamayan bazı haddini bilmez kimseler, Kur’an’ın Arapça inzal edilmesi cihetiyle “Aynı lisandan Kur’an’ın neden benzeri getirilmesin?” gibi cahilâne bir iddiada bulunuyorlar.
Yukarıda bunun cevabı verilmiş olmakla beraber; ikinci bir misâlle mes’eleyi biraz daha fehme yakınlaştıralım. Şöyle ki:
İnsanlar, Cenâb-ı Hakk’ın yarattığı odundan ancak tahta, tahtadan masa ve sandalye gibi şeyler yapabilmektedir. O Kadir-i Mutlak ise odundan meyve yapıyor, yaprak ve çiçek çıkarıyor. Demek ki iş odunda değil, ustadadır. Aynı şekilde insanlar topraktan çömlek yapmakta, Sâni-i Kâinat ise topraktan insan yapmaktadır. Misâller çoğaltılabilir.
Kâinattaki yüz üç elementi birer harfe teşbih edersek, o Kadir-i Hakîm bu harflerle nebatat ve hayvanattan insanlara, denizlere, yıldızlara kadar bütün mahlûkatını yazmıştır. Her bir kelimede yirmi dokuz harfin hepsinin bulunması icab etmediği gibi, her bir mahlûkta da bütün elementlerin bulunması şart değildir. Cenâb-ı Hakk’ın element harfleriyle yazdığı bir kelime olan elmanın, insanlarca, taklid edilmesi mümkün değildir. Halbuki onun yapılmasında istimal edilen elementleri insanların da istimal edebilmeleri imkân dahilindedir.
İnsanların bir güneş yapmaları ve duha (kuşluk) vaktini getirmeleri kabil olmadığı gibi, “Veşşemsi ve duhaha” âyetinin nazirini getirmeleri de mümkün değildir.