Yardım Ediyorlar mı Etmiyorlar mı?
Kâinattaki bütün hayat sahiplerini hayâlen bir tarafa ayırınız. Bu takdirde ortada hayatsız, şuursuz ve iradesiz bir topluluk kalacaktır. Bu durumda, iktidarlının iktidarsıza, zenginin fakire yardım etmesi misâli, aklen hayattar olanların hayatsızlara yardım etmesi lâzım geldiğine hükmedilir. Halbuki, hakikat bunun zıddıdır ve cansızlar canlılara yardım etmektedirler. Hayatsız ve iradesiz bir şeyin kendi namına yardım yapması muhal olduğundan, bu mevcûdat canlılara yardım etmiyorlar, belki ettiriliyorlar demektir.
Hayat sahipleri için de yukarıdaki muhakeme tarzını yürüttüğümüzde, hayvanların nebatata, insanların da hayvanata yardım etmesi gerekir. Hakikat burada da bu hâlin zıddıyla tezahür ediyor ve nebatat hayvanata, hayvanlar da insanlara hizmet ediyorlar. Bu yardımlaşma kanununu bu tarzda işleten, elbetteki kâinatın Sultanıdır.
İnsan, çoğu zaman kâinattaki bu nizama zıd hareket ederek, bedenin ruha hizmet ettirildiğini unutup ruhunu bedenine hizmetkâr yaptığı gibi, kâinatın da insana hizmet ettiğini unutup bütün ömrünü sadece dünya işlerine sarfediyor.
Bu noktada bir hususa daha işaret edelim:
Cenâb-ı Hak, bütün mahlûkatı bütün keyfiyetiyle insana göre ölçüp biçmiş ve nescetmiş bulunuyor. Meselâ, bizim bir kademe aşağımızda bulunan hayvanların şuursuzluğu bizim içindir. Nitekim öküzün akılsızlığı bizim için ve koyunun uysalllığı bizim için olduğu gibi, tavuğun âcizliği de bizim içindir. Ağacın yarı canlı oluşu gibi güneşin cansızlığı da bizim içindir.
Kâinattaki bu nizamın devamı noktasında, cemadâtın hayattar olmaması, nebatatın ziruh olmaması ve hayvanların da zişuur olmaması lâzım geliyor; ta ki halife-i arz olan insan bu mahlûkatın her nev’inden hakkıyla istifade edebilsin.
O hâlde biz, insaniyet nimetine kavuşmamız yanında, hayvanatın şuursuzluğundan güneşin camidiyetine kadar, bütün bu hâl ve keyfiyetler için de Cenâb-ı Hakk’a ayrıca şükürle mükellefiz.