Hayatı ve Hatıraları

Allah ile Kul Arasına Girme

1980 yılında Erzurum sıkı yönetim komutanı beni yanına çağırdı. Nezaketle karşıladı. Birlikte kahve içtik. Bana:

“Davetimize icabetinizden dolayı teşekkür ederim.” dedi.

“Hoca Efendi, biz sizin ne yaptığınızı biliyoruz. Faaliyetlerinizi yakından takip ediyoruz. Size hiç karışmıyoruz. Fakat sizden bir ricam var. Bu üniversite talebeleri ile Allah’ın arasına girmeyiniz. Zaten siz de biliyorsunuz ki, hiç kimsenin hiçbir zaman Allah ile kul arasına girmeye hakkı yoktur.”

“Evet” dedim ve bir nükte ile karşılık verdim: “Girmezsem gençlerle Allah’ın arası açılıyor.” Sonra şöyle devam ettim:

“Eskiden beri bazı insanların lisanında böyle bir söz dolaşmaktadır. Ancak bu söz Hristiyan dini için geçerlidir. Çünkü onlarda papazlar kendilerini günahları affetmeye yetkili görmekle kul ile Allah arasına giriyorlar. İslâm dini tevhid dinidir. Peygamberlerin bile affetme hakkı yoktur. Gerek peygamberlerin gerekse onların varisi olan âlimlerin vazifesi ancak hak ve hakikati tebliğ etmektir. Bu söz İslâm dini için geçerli değildir.”

“Şu var ki: Cenâb-ı Hak maddî ve manevî bütün nimetlerini birtakım sebeplerin eliyle ihsan ediyor. Meselâ, güneşi nasıl dünyadaki eşyayı görmemize vesile etmiş ise, manevî güneş olan peygamberler ile de hak ve hakikatı göstermiş, dünya ve ahirete ait zarar ve menfaatleri bildirmiştir. İşte bu peygamberler nasıl Cenab-ı Hak ile insanlar arasında bir elçi ise Cebrail de peygamberler ile Allah arasında bir elçidir.”

“Eğer peygamber olmasaydı biz Allah’ı nasıl bilecektik?!. Emir ve yasaklarını nasıl öğrenecektik? Demek ki Cenab-ı Hak ile kullarının arasına Peygamberin girmesi Cenab-ı Hakk’ın bir kanunudur. Ben de bir din alimi olarak Kur’an’dan ve peygamberimizden öğrendiğim imana, ubudiyete ait hakikatleri yanıma gelen gençlere öğretmeğe çalışıyorum. Onlara, Allah’a ve peygamberimize itaati öğüt veriyorum. Onları her türlü anarşiden, fitneden, isyandan uzak tutmaya gayret ediyorum.”

“Allah’a itaat, umum itaatlerin fevkindedir. Bu hem aklın, hem vicdanın hem de İslâm dininin icabıdır. Zira insan en büyük itaat ve tazimi kendisini yoktan var eden Halikina yapmağa mecburdur. Huzur ve asayişin temeli Allah’a itaattir. Allah’ın emirlerine karşı gelen bir insan kanunlara nasıl itaat edebilir?!.”

“İşte biz gençlere bu hakikatleri anlatıyoruz. Bu ise, kul ile Allah arasına girmek değildir. Bilakis onlara Allah’ı sevdirmek ve onları Allah’ın sevgili birer kulu hâline getirmektir. Eğer gençlere hakikatleri anlatmaktan vazgeçersek onlar imandan, itaatten, ahlâk ve faziletten iyice uzaklaşacak, böylece hem kendilerini mahvedecek, hem de memleketin başına belâ olacaklardır.”

“Bildiğiniz gibi 1980 öncesinde Türkiye’de her gün 20-25 kişi haksız yere birbirini öldürüyordu. Bunlar bu vatanın ve milletin evladıdır. İslâm dinini hakkıyla bilse, onun emirlerine uyup, yasaklarından sakınsalardı, hiç haksız yere adam öldürürler miydi? Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerim’de, haksız yere bir insanı katletmenin, kendi nazarında, bütün insanları katletmek gibi olduğunu haber veriyor.”

“Biz gençleri bu durumdan kurtarmak için çabalıyoruz. Araya girmemiz bundan ibarettir.”

Komutan sözlerimi sonuna kadar dinledi ve sonra:

“Peki neden başka âlimlerin değil de Said Nursi’nin peşinden gidiyorsunuz? Bizim bu kadar âlimimiz var, onların peşinden gitseniz ya.” dedi.

Sorusuna şöyle cevap verdim:

“Rahmet-i İlahiyyenin gereğidir ki, Cenab-ı Hak, zaman zaman ufukları kararan, büyük buhranlara düşen toplumlara harika dehalar, kurtarıcı eller göndermiştir. Bu ilahî bir kanundur. Bu gibi arif ve fazıl rehberlerden mahrum kalmış cemiyetler, görünüşte mevcudiyetlerini devam ettirseler bile, bir maneviyat buhranına düşer, boğulurlar.”

“İnsanlık tarihine göz attığımızda görürüz ki, iman ve ahlâklarını kaybeden, dalalet ve sefahate düşerek hayatlarını tehlikeye atan insanları Cenab-ı Hak ya bir nebi ya bir müceddid ya bir mürşid vesilesiyle kurtarmıştır.”

“Peygamberimiz bir hadis-i şerifinde, Cenab-ı Hakk’ın, her yüz yılda o asrın insanlarını ikaz ve irşad etmek üzere bir müceddid göndereceğini haber veriyor. Bir başka hadis-i şeriflerinde ise ‘Âlimler peygamberlerin varisleridir.’ buyuruyor. İşte Bediüzzaman Hazretleri bu asrın insanlarını irşad için manen vazifeli bir peygamber varisi, bir mürşit ve bir müceddiddir.

“Bunu anlamak için onun hizmetine bakmamız yeterlidir. Türkiye’de her gün bir çok olay meydana geliyor. Fakat bunların hiç birinde bir Nur Talebesi bulunmuyor. Nur Talebelerinin çıkarttığı hiçbir olay görülmüyor. Tam tersine Nur Talebeleri asayişi muhafaza için gayret gösteriyorlar.” dedim.

Komutanın bu konuşmamdan memnun kaldığı her hâlinden belliydi. Nitekim konuşmamız bittiğinde beni getiren polisi çağırdı ve “Hocaefendiyi evine kadar bırak.” diye emretti.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu