e. Tövbe ve İstiğfar ile Tasaffi (Temizlenme)
Tövbe, rücü etmek, pişman olmak ve yaptığı günahları terk ederek Cenab-ı Hakk’a yönelmektir. Allah’ın bir ismi olan “ Tevvab” O’na yönelen kulunun tövbesini kabul edip affeden demektir. Allah affedenleri sever. Nitekim bir ayette mealen şöyle buyurulmaktadır:
“Ey inananlar, hepiniz Allah’a tövbe edin ki, korktuğunuzdan emin olup, umduğunuza kavuşasınız.”1
Bu ve benzeri ayetlerle tevbe, bütün mü’minlere emir ve tavsiye edilmiştir.
İnsan aciz ve zayif yaratıldığından kusur ve hatalardan beri kalması mümkün değildir. Öyle ise insan, daima acizliğinin ve noksanlığının şuurunda olmalı. Cenab-ı Hakka dua ve iltica etmeli ve günahlarından dolayı O’na daima tövbe istiğfar etmelidir. Tövbe eden bir insanın, bu tevbesinden dönmemesi lazımdır. Nitekim bir ayette mealen şöyle buyurulmaktadır:
“Ey mü’minler, yürekten tövbe ederek Allah’a dönün ki, Rabb’iniz kötülüklerinizi örtsün ve sizi içlerinden ırmaklar akan cennetlere koysun.”2
Peygamber Efendimiz de (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
“Tövbe eden Allah’ın sevgilisidir, günahlardan tövbe eden, hiç günah işlememiş gibidir.”
Peygamber Efendimiz (s.a.v) yine bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır:
“Bir insan bütün yiyecek ve içeceğini devesinin sırtına yükleyip çölde giderken devesini kaybetse, başını iki eli arasına alıp düşünürken birden başını kaldırıp devesinin yanında durduğunu görse ne kadar sevinir. İşte Allah günahlarından tövbe edip kendisine dönen kulu için öyle sevinir.”
Evet Allah’ın rahmeti güneş gibidir. Güneş hiç kimseye küsmez ve ışığı ile herkesi aydınlatır. Gözünü, kapayıp güneşten istifade etmek istemeyen olursa o başka meseledir. İnsan maddî kirlerinden yıkanmak suretiyle temizlendiği gibi, manevî kirlerinden ve günahlarından da tövbe ve istiğfar ile temizlenmelidir.
Bu konu da Bediüzzaman Hazretleri şöyle buyurmuştur:
“Senin elinde gayet zaîf, fakat seyyiatta ve tahribatta eli gayet uzun ve hasenatta eli gayet kısa, cüz’-i ihtiyarî namında bir iraden var. O iradenin bir eline duayı ver ki, silsile-i hasenatın bir meyvesi olan Cennet’e eli yetişsin ve bir çiçeği olan saadet-i ebediyeye eli uzansın. Diğer eline istiğfarı ver ki, onun eli seyyiattan kısalsın ve o şecere-i mel’unenin bir meyvesi olan Zakkum-u Cehennem’e yetişmesin.”
“Demek dua ve tevekkül, meyelan-ı hayra büyük bir kuvvet verdiği gibi; istiğfar ve tövbe dahi, meyelan-ı şerri keser, tecavüzatını kırar.”3
Şeytanın en mühim bir desisesi ve oyunu da, insana kusurunu göstermemesi ve itiraf ettirmemesidir. Tâ ki, o insan istiğfar ve tövbe edip Allah’a sığınmasın. Şeytanı dinleyen ve nefsine mağlup olan bir insan, kusurunu görmek istemez; görse de, avukat gibi kendini savunur. İnsan nefis ve şeytandan her an dergah-ı ilahiye sığınmalı ve lisanından “esteğfirullah” kelimesini düşürmemelidir. Zira, Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm gibi bir bir Peygamber dahi : “Ben nefsimi temize çıkarmam. Çünkü nefis daima kötülüğe sevkeder.”4 dediği halde, aciz, fakir ve kusurlu olan bir insan nasıl olurda nefsine ve enaniyetine itimad edilebilir?
Bediüzzaman Hazretleri de bu konuda şöyle der:
“Nefsini ittiham eden, kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden, istiğfar eder. İstiğfar eden, istiaze eder. İstiaze eden, şeytanın şerrinden kurtulur. Kusurunu görmemek o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Ve kusurunu itiraf etmemek, büyük bir noksanlıktır. Ve kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar; itiraf etse, afva müstehak olur.” 5
Dipnotlar:
1 Nur, 24/31.
2 Tövbe, 66/8.
3 Sözler, s.468.
4 Yusuf Suresi, 12/53.
5 Lem’alar, s. 88.