g. Adavet
Adavet, bir kimseye düşmanlık ve husumet etmektir.
Kötü hasletli insanlar, kıymetli ömrünü, adavet ve husumet sebebiyle daima keder ve huzursuzluk içinde geçirirler. İnsanların en şerlisi, diğer insanlara kötülük düşünen ve onlara zarar vermeye çalışandır. İnsan, yaptığı kütülüklerinin cezasını “el ceza-ü mincinsil amel”(ceza amel cinsindendir) hakikatince, gerek dünyada ve gerekse âhirette görmesi muhakkaktır.
Allah-ü Teâla Kur’ân’ı Kerîm’de meâlen şöyle buyurur:
“Sen kötülüğü, en güzel haslet ne ise onunla önle (Öfkeye sabır ile cehâlete ilim ile kötülüğe afv ile karşılık ver). O zaman (görürsün ki) aranızda adavet bulunan (o) kimse sanki yakın dostun olmuştur.”1
Mal ve mülk edinme hırsı, menfaat düşkünlüğü, insanların göstereceği itibara önem vermek, tarafgirlik, inat ve haset gibi kötü huylar, adavet sebepleridir. Bu gibi kötü hasletlerin yaygın bir hal alması, toplum hayatını zehirler ve yaşanmaz bir duruma getirir.
Peygamber Efendimiz (asm.) adavet ve kinin kötülüğünü ifade için şöyle buyurmuştur:
“Birbirinizle kinleşmeyiniz, hasetleşmeyiniz, birbirinizden yüz çevirmeyiniz. Ey Allah’ın kulları! Kardeş olunuz…”2
“Müslüman kardeşine hakaret etmesi kişiye kötülük olarak yeter.”3
Mü’min kardeşinin ufak tefek kusurlarına ve eksiklerine bakarak, ona kin ve adavet besleyen kişi, gerçekten insafsızca davranmış olur. Hâlbuki insanların birbirini sevmesi için birçok sebep vardır. Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri bu hakikati şöyle ifade etmektedir:
“Her ikinizin Hâlıkınız bir, Mâlikiniz bir, Mabudunuz bir, Râzıkınız bir.. bir bir, bine kadar bir bir. Hem Peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz bir.. bir bir, yüze kadar bir bir. Sonra köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir.. ona kadar bir bir. Bu kadar bir birler vahdet ve tevhidi, vifak ve ittifakı, muhabbet ve uhuvveti iktiza ettiği ve kâinatı ve küreleri birbirine bağlayacak manevî zincirler bulundukları halde; şikak ve nifaka, kin ve adavete sebebiyet veren örümcek ağı gibi ehemmiyetsiz ve sebatsız şeyleri tercih edip mü’mine karşı hakikî adavet etmek ve kin bağlamak; ne kadar o rabıta-i vahdete bir hürmetsizlik ve o esbab-ı muhabbete karşı bir istihfaf ve o münasebat-ı uhuvvete karşı ne derece bir zulüm ve i’tisaf olduğunu; kalbin ölmemiş ise, aklın sönmemiş ise anlarsın!”4
İnsan, Cenab-ı Hakk’ın fıtratına yerleştirdiği sıfatları ve istidatları, yerinde kullanılırsa, hem dünyasına hem de ahiretine faydalı olacak işleri yapar ve saadete nail olur. Mesela insan, fıtratında bulunan inadı, ibadette ve diğer hayırlı işlerde kullanması gerekirken, o inadını birgün adavete değmiyen şeylerde kullanıp akraba, komşu ve mü’min için senelerce kin ve düşmanlık besler. Halbuki Allah o inadı onun için vermemiştir.
Bediüzzaman Hazretlerinin inatla ilgili şu sözlerine kulak verelim:
“Şiddetli bir inad ile; ehemmiyetsiz, zâil, fâni umûrlara karşı hissiyatını sarfeder. Bakar ki, bir dakika inada değmeyen bir şeye, bir sene inad ediyor. Hem zararlı, zehirli bir şeye inad namına sebat eder. Bakar ki, bu kuvvetli his, böyle şeyler için verilmemiş. Onu onlara sarfetmek, hikmet ve hakikata münafîdir. O şiddetli inadı, o lüzumsuz umûr-u zâileye vermeyip, âlî ve bâki olan hakaik-i imaniyeye ve esasat-ı İslâmiyeye ve hidemat-ı uhreviyeye sarfeder. O haslet-i rezile olan inad-ı mecazî, güzel ve âlî bir haslet olan hakikî inada, -yani hakta şiddetli sebata- inkılab eder.”5
Her insanın noksan tarafları, zafiyet noktaları ve bazı hoş olmayan hareketleri vardır. Zira hatasız ve noksansız insan olamaz. Belki insanın görmek istemedi kendi kusurları, insaf ve vicdan ölçüleriyle baksa karşıdaki insanın kusurlarından daha fazladır. Öyle ise asıl kemal, insanın kendi kusurları görmesi, onların izalesine çalışması ve kalbindeki kin, nefret ve adavet gibi hisleriyle mücadele etmesidir.
“Adavet etmek istersen, kalbindeki adavete adavet et; onun ref’ine çalış. Hem en ziyade sana zarar veren nefs-i emmarene ve heva-i nefsine adavet et, ıslahına çalış. O muzır nefsin hatırı için, mü’minlere adavet etme. Eğer düşmanlık etmek istersen; kâfirler, zındıklar çoktur; onlara adavet et.”6
Bir insana yakışan hareket kardeşinin, dostunun veya akrabasının varsa kusurlarının izalesine çalışmak ve onları kusurlarıyla sevmektir. Bir doktorun hastasına değil, hastalığa düşman olup, onun tedavisine çalışması gibi, insanlar ve özellikle aynı gayeye hizmet eden mü’minler de birbirlerinin şahsına ve mesleğine değil, hak ve hakikate uygun olmayan hareketlerine hoş bakmayıp, onların izalesine ve islahına çalışmalıdırlar.
“Evet mü’min, kardeşini sever ve sevmeli. Fakat fenalığı için yalnız acır. Tahakkümle değil, belki lütufla ıslahına çalışır.”7
Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmaktadır:
“Bir mü’min bir mü’minle üç günden fazla küsülü durması haramdır.”
Ayrıca iki mü’min arasında herhangi bir gerginlik, kin ve düşmanlık varsa, onların arasının düzeltilmesine çalışmak her mü’minin görevidir. Bu hususu Cenab-ı Hak mealen şöyle ifade etmektedir:
“Müminler sadece kardeştirler. O halde ihtilaf eden kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki, O’nun merhametine nail olasınız.”8
Dipnotlar:
1 Fussilet Suresi, 41/34.
2 Buhârî, Edeb, 57 ve Feraiz 2; Müslim, Birr, 23; Tirmizi, Birr, 24.
3 Müslim, I, 32.
4 Mektubat, s. 264.
5 Mektubat, s. 33-34.
6 Mektubat, s. 265.
7 Mektubat, s. 263.
8 Hucurât Suresi, 49/20.