f. Hazret-i Peygamberin (s.a.v) Yetiştirdiği Yıldız İnsanlar
Peygamber Efendimizin (sav) en büyük mu’cizesi olan Kur’an-ı Kerim’in feyzine mazhar olan ve O’nun sünnetini harfiyen yaşayıp, her meselede O’nu kendilerine rehber edip ziyadesiyle O’ndan istifade eden sahabeler, bütün dünyaya muallim ve üstad olmuşlardır.
“İşte bak: Şu cezire-i vasiada vahşi ve âdetlerine mutaassıb ve inadçı muhtelif akvamı, ne çabuk âdât ve ahlâk-ı seyyie-i vahşiyanelerini def’aten kal’ ve ref’ ederek, bütün ahlâk-ı hasene ile techiz edip bütün âleme muallim ve medenî ümeme üstad eyledi.”1
Peygamber Efendimiz (asm.):
“Benim sahabelerim yıldızlar gibidir. Onlara uyarsanız hidayete erersiniz.”
buyurmuş ve ashabından her birinin birer yıldız mesabesinde olduğunu belirtmiştir.
Sahabeler, o yüce Zatın (asm.) imanından feyiz almış ve ahlâk-ı aliyesinden yakinen çok istifade etmişlerdir. O’nun (sav) etrafında adeta bir pervane gibi dolaşarak, ondaki manevî güzelliklere ayna olmaya gayret etmişler; Allah ve Resulünü, canlarından çoluk-çocuklarından, mallarından daha çok sevmişler ve bu davadan bir an bile geri kalmamışlardır. Akıl almaz zulüm ve işkenceler bile Allah’a ve Hazret-i Peygambere (sav) olan imanlarını asla sarsmamış ve gerektiğinde Allah yolunda canlarını seve seve feda etmekten çekinmemişlerdir.
Sahabelerin her biri kendi istidadına göre bir vazifeyi omuzuna almış, ciddi bir gayret ve fekarlıkla çalışmışlardır. Bir kısmı iman hakikatlerinin, bir kısmı Kur’an’ın ahkamın ve bir kısmı da hadislerin muhafazasına çalışarak, İslam âleminde muhtelif renklerde çiçeklerin açılmasına vesile olmuşlardır. Her biri başka bir memlekete hicret ederek, insanları irşat edip, İslâm’a girmelerine vesile olmuşlardır.
Hazret-i Peygamberin (asm.) sohbetinde bulunarak, O’ndan aldıkları feyizle en yüce makamkara yükselmişlerdir.
“Sahabelerin kurbiyet-i İlahiye noktasındaki makamlarına velayet ayağıyla yetişilmez.”2
Bundan dolayıdır ki, en büyük bir veli olan Muhyiddin-i Arabî ve Celaleddin-i Süyûtî gibi zatlar bile, sahabelerin derecelerine çıkamamışlardır.
“İşte daire-i nübüvvet, daire-i velayetten ne kadar yüksek ise, daire-i nübüvvetin hademeleri ve o güneşin yıldızları olan sahabeler dahi, daire-i velayetteki sulehaya o derece tefevvuku olmak lâzım geliyor. Hatta velayet-i kübra olan veraset-i nübüvvet ve sıddıkıyet ki, sahabelerin velayetidir; bir veli kazansa, yine saff-ı evvel olan sahabelerin makamına yetişmez.”3
Enbiyalardan sonra, derece bakımından insanların en faziletlileri sahabelerdir. Fazilet noktasında onlara yetişilmez. Çünkü sahabeler bütün kalpleriyle “Rabbimizin bizden istediği nedir?” diye merak ederek, Allah’ın rızasına mazhar olmak için azamî gayret göstermişlerdir. Bunun içindir ki, Cenab-ı Hakkın yanında kadir ve kıymetleri yüksek olan, başta dört halife olmak üzere, sahabe-i kiram efendilerimize muhabbet etmek imanın gereğidir.
Peygamber Efendimiz (asm.) sahabeleri hakkında şöyle buyurmuştur:
“Her kim sahabelerimi mesrur ederse, beni mesrur etmiş olur. Her kim beni mesrur ederse, Allah’ı mesrur etmiş olur. Allah-ü Teâla da kendisini mesrur eden kulunu mesrur eder ve cennetine koyması onun üzerine hak olur.”
“Allah beni, bütün enbiyadan üstün, sahabelerimi de peygamberlerden sonra bütün insanlardan üstün kıldı.”
Bu hadisten de anlaşılacağı gibi, sahabe-i kiram efendilerimizin Allah-ü Teâla’nın ve Peygamber Efendimizin (asm.) yanında kıymetleri çok âlidir. Çünkü onlar Peygamber Efendimizin (asm.) risalet cenahına bir nevi ortak olup, bu din-i mübîni dünyanın her tarafına yaymaya gayret göstermişlerdir. Harcını kanlarıyla kardıkları İslâm binasına kemiklerini de temel taşı yapmışlardır.
“Fazilet-i a’mal ve sevab-ı ef’al ve fazilet-i uhreviye cihetinde sahabelere yetişilmez. Çünkü nasıl bir asker bazı şerait dâhilinde, mühim ve mahuf bir mevkide, bir saat nöbette, bir sene ibadet kadar bir fazilet kazanabilir ve bir dakikada bir kurşunu yemekle, en ekall kırk günde ancak kazanılacak velayet derecesi gibi bir makama çıkıyor. Öyle de, sahabelerin tesis-i İslâmiyette ve neşr-i ahkâm-ı Kur’aniyede hizmetleri ve İslâmiyet için bütün dünyaya ilân-ı harb etmeleri o kadar yüksektir ki, bir dakikasına başkaları bir senede yetişemez. Hattâ denilebilir ki; bütün dakikaları, -o hizmet-i kudsiyede- o şehid olan neferin dakikası gibidir. Bütün saatleri, müdhiş bir makamda bir saat nöbet tutan fedakâr bir neferin nöbeti gibidir ki; amel az, ücreti çok, kıymeti yüksektir. Evet sahabeler madem İslâmiyet’in tesisinde ve envâr-ı Kur’aniyenin neşrinde, saff-ı evvel teşkil ediyorlar. Essebeb-ü kel fail sırrınca, bütün ümmetin hasenatından onlara hisse çıkar. Ümmetin Allahümme salli alâ seyyidinâ muhammedin ve alâ âlihi ve ashâbihi demesiyle; sahabelerin, bütün ümmetin hasenatından hissedarlıklarını gösteriyor. ”4
Sahabelerin en büyük özelliklerinden birisi de isâr hasletletidir. İsâr, kendi ihtiyacı olduğu halde başkalarını kendine tercih ederek ikramda bulunmaktır. Bu ise, Resul-ü Ekrem (asm.) ve ashabının takip ettiği bir yoldur, cömertliğin en üstün derecesi ve en zirve noktasıdır. Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade buyurmuştur:
“Bunlardan önce Medine’yi yurt edinip imana sarılanlar ise, kendi beldelerine hicret edenlere sevgi besler, onlara verilen ganimetlerden ötürü içlerinde bir kıskanma veya istek duymazlar. Hatta kendileri ihtiyaç duysalar bile o kardeşlerine öncelik verir, onlara verilmesini tercih ederler.”5
Hazret-i Huzayfe şöyle anlatıyor:
“Yermük gazvesinde amcazademi yaralılar arasında aramaya çıktım. Yanımda bir miktar da suyum vardı. Amcazademi buldum. ‘Su!..’ diye seslendi. Tam suyu vereceğim sırada öteden biri ‘Ah su!’ diye inledi. Amcazadem ona gitmemi ve suyu ona vermemi işaret etti. Gittim baktım ki, As’ın oğlu Hişam. Tam su vereceğim sırada öteden biri ‘Su!.. Su!..’ diye seslendi. Hişam da beni ona gönderdi. Ona gidinceye kadar o ölmüştü. Hişam’a döndüm, o da ölmüştü. Amcazademe geldiğimde o da vefat etmişti. Velhasıl su elimde kaldı. Allah hepsine rahmet etsin.”(Âmin)
Dipnotlar:
1 Sözler, s. 237.
2 Sözler, s. 492.
3 Sözler, s. 491.
4Sözler, s. 493.
5 Haşir Suresi, 59/9.