j. Merhamet
Merhamet, insandaki acıma ve lütufta bulunma hissidir. Diğer insanlardan bir menfaat beklemeksizin yapılan fedakârlıktır. İnsan bunun karşılığını, sadece merhametlilerin en merhametlisi ve en hayırlısı olan Allah’tan bekler. Zira,
“O’nun rahmeti her şeyi kuşatmıştır.”1
Merhamet, insan kalbinde bulunan hislerin, bütün faziletlerin ve ahlâk-ı hasenenin en mühimlerindendir.
Merhamet, insandaki benlik ve nefsine muhabbet hislerini mutedil hâle getirir. Merhamet insanlara sevgi beslemenin ve muhtaçlara acımanın kaynağıdır. Merhametli insan ızdırap ve meşakkatlere maruz kalan felaketzedelerin imdadına koşar, onlara maddî ve manevî yardımda bulunur. Bir insanın komşularına ve akrabalarına iyi muamelede bulunması da merhametin eseridir. Nitekim Peygamber Efendimiz (asm.) şöyle buyurmuştur:
“Dinin özü ve mahiyeti Allah’ın emirlerine tazim ve mahlukatına şefkat etmektir.”
Merhametin sınırı yoktur; bütün yaratılanları içine alacak kadar geniş kapsamlıdır. Müminler hem birbirlerine hem de bütün mahlûkata karşı da son derece merhametli ve şefkatlidirler. Nitekim Peygamber Efendimiz (sav.)
“Siz yerdekilere merhamet edin ki, göktekiler de size merhamet etsin.”2
buyurarak, merhametin önemini vurgulamıştır.
Kalbinde merhamet ve şefkat bulunmayanlar, canavara inkılâp eder ve kötülüğün en çirkinini de işlemekten çekinmez. Hatta insanların dinine ve iffetine bile dil uzatmaktan geri kalmazlar. Bu gibilere merhamet olunmaz, zaten onlar merhamete layık değildirler. Zira,
“Aç canavara karşı tahabbüb; merhametini değil, iştihasını açar. Hem de diş ve tırnağının kirasını da ister.”3
Her güzel ahlâk sahasında olduğu gibi, merhamette de en ileri olan Hazret-i Peygamber (asm.), dünyaya geldiği dakikada “ümmetî, ümmetî” (ümmetim) dediği gibi, mahşerde herkes “nefsî, nefsî” diyeceği zaman, yine O, “ümmetî ümmetî” diyerek karşı şefkat ve merhametini en ileri derecede gösterecektir. Nitekim Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de:
“Size kendi aranızdan öyle bir peygamber geldi ki, zahmete uğramanız ona ağır gelir. Kalbi üstünüze titrer, müminlere karşı pek şefkatli ve merhametlidir.”4
buyurarak, O’nun (asm.) ümmetine karşı olan şefkat ve merhametini ortaya koymuştur. İşte böyle bir zatın şefaatı altına girip ve nurundan istifade etmenin yegane çaresi, O’nun (sav) sünneti seniyyesine ittiba etmek ve merhamette O’nu (sav) örnek almakla mümkün olur.
Başka bir ayet-i kerimede Cenab-ı Hak,
“Şimdi bu söze inanmazlarsa, sen onların arkalarından âdeta kendini tüketeceksin!”5
buyurmuştur. Bu ayet-i kerime de Hazret-i Peygamberin (asm.) tebliğ görevine ve insanların hidayete gelerek ebedi helaketten kurtulmasına ne kadar önem verdiğini ve O’nun (asm.) eşsiz şefkat ve merhametini ifade etmektedir.
Çeşitli eza ve cefalara maruz kaldığı halde kendisine hapishanede yer hazırlayanlara beddua etmeyip onların ıslahını temenni eden ve insanların imanını kurtarması yolunda gayret gösteren Bediüzzaman Hazretlerinin de;
“Kur’ânımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin imanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım. Çünkü vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur.”6
demesi, onun şefkat ve merhametinin en büyük delilidir.
Dipnotlar:
1 A’raf Suresi, 7/156.
2 Ebu Davud, Edeb, 58; Tirmizi Birr 16.
3 Mektubat, s. 471.
4 Tevbe Suresi, 9/128.
5 Kehf Suresi, 18/6.
6 Tarihçe-i Hayat, s. 630.