Hikmet Pırıltıları

Görmemek, Olmamaya Delil Olur mu?

Halik-ı Rahim, bu kâinat içinde binlerce âlem halketmiş ve her bir âlemi tanımak için de insana binlerce cihâzat ve hissiyat takmıştır. Meselâ, o Hakîm-ı Kerîm’in insana taktığı göz aleti ancak âlem-i mubsırat dediği­miz şu görünen âlemin temâşası içindir. Bununla beraber mücerred göz, bu âlemin de her tarafını görememektedir. Nitekim çok uzak mesafelerdeki eşyayı göremediğimiz gibi, ortamları ve mikropları da çıplak gözle göremi­yoruz.

Cenâb-ı Hak, sesler âlemi denilen diğer bir alem daha yaratmıştır. İn­san bu âlemi ise kulağıyla temâşa edebilmektedir. Aynı şekilde, insan tadlar âlemini diliyle, kokular âlemini ise burnuyla temâşa etmektedir. Ve hâkezâ…

“Radyoya bak, haberlerde ne var?” şeklinde bir söze muhatap olan kim­se, gidip radyoyu açarak haberleri dinliyor. Kendisine, “Bak!..” emri verildiği hâlde, radyonun yüzüne bakmak yerine düğmesini çeviriyor. Bu adam gö­zünün görmediğine inanmayan bir cahil olsa, haberleri inkâr etmesi lâzım gelir. Zira, sesi göremiyor.

Diğer taraftan, bir kimseye çorbanın tadına bakması söylendiğinde, bu şahıs görmediği şeye inanmama hurafesiyle başını çorbaya batırıp gözleriy­le tad arasa, gözlerini kör edecektir. Buradaki “Bak!..” emri, tad mânâsındadır. Aynı şekilde bir şeyin sıcaklığına bakarken, elimizi isti’mal ediyoruz ve hâkezâ…

Zâhirî duygularımız böyle olduğu gibi, bâtınî duygularımızda da durum aynıdır. Nitekim, akıl dünyanın güneş etrafındaki seyahatinin tanzimine sebep olan cazibe ve dâfia kanunlarını bedahatle gördüğü halde, mücerred göz bu hakikati görememektedir. Eğer yalnız gözün gördüğüne inanılsa, bu kanunların inkârı lâzım gelecektir.

Diğer taraftan yavrusunu şefkatle besleyen bir kediyi gören kimse, yanındaki arkadaşına “Şu şefkate bak!..” de­ diğinde, eğer arkadaşı gözünün görmediğine inanmayan cinsten ise, bu şefkati inkâr edecektir.

Yine aynı şahsa Selimiye Camii gösterilerek buradaki “mimarlık san’atına bak” denilse, bu takdirde inkâra uğrayan ise san’at olacaktır. Zira, göz sa­dece taşı görür, san’atı göremez. Selimiye’deki san’at mücerret gözle görü­lemeyeceği gibi, Selimiye’nin bir ustası olduğu hakikati de gözle görülmez. Bu vazife aklındır.

Selimiye’nin kubbesinin elbette bir mimarı olduğunu bedahatle gören akıl, ondan çok daha bariz şekilde, bu gök kubbesinin bir mimarı olduğunu görüyor.

Bir harfin kâtipsiz olamayacağını aklen gören insan, kendisinin Halik’siz olamayacağını da görüyor ve hâkezâ…

“Gözümün görmediğine inanmam.” diyenler, dilin vazifesini yapmayan göze aklın vazifesini yüklemekte, hem de ehl-i hakikat nazarında maskara olmaktadırlar…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu