İnkılâb-ı Hakaik Muhaldir
Şu kâinattaki bütün zerreler, elementler ve bunlardan yazılan her nevi mevcudat Cenâb-ı Hakk’ın ilminin, iradesinin ve kudretinin tasarrufu altındadır. Hiçbir zerre bu tasarruftan hariç kalamaz, dilediği gibi hareket edemez. Dilediği vücutta, istediği tarzda bulunamaz. Ancak Cenâb-ı Hakk’ın takdir ve iradesi tahtında vazife görebilir. Seyyareler O’nun takdir ettiği yörüngeden ayrılıp, gelişigüzel, başıboş, intizamsız hareket edemedikleri gibi, zerreler de O’nun hüküm ve iradesinden dışarı çıkamazlar.
Allahü Teâlâ, şu kâinatın yapı taşı mesabesindeki unsurların adetlerini, mahiyetlerini, hususiyetlerini ilim ve iradesinde takdir ettiği gibi, bunlardan meydana gelecek nebatat ve hayvanatın bütün nev’ilerinin ve türlerinin mahsus şekillerini, hususiyetlerini, vazifelerini talim ve terhislerini de takdir etmiştir.
Her bir nev’inin mahiyetini bir model yapmış ve zerreleri o modele göre istihdam etmiştir. Evet, her bir nev’in hususî bir mahiyeti vardır. Elmanın mahiyeti ile kirazın mahiyeti ayrı ayrı olduğu gibi, karınca ile devenin mahiyeti de başka başkadır. Cenâb-ı Hak kahir bir disiplin ile her nev’in mahiyetini muhafaza ediyor. Hiçbir bülbül karga türüne inkılâp etmediği gibi, hiçbir karga da bülbül olmuyor. Bütün zerreler O’nun kudret kaleminin mürekkebi hükmünde hizmet görüyorlar. Bütün mahiyetlerin mahsus vücutlarını o zerrelerle yazıyor.
Malûmdur ki her kelimenin mahiyeti başkadır. Bir kâtip hangi kelimeyi yazmak isterse, mürekkebi o kelimede istimal eder. Yoksa, bir kelimenin mahiyetini bozup bir başka kelimeyi yazması gerekmez. O kâtip 29 harfle istediği kelimeyi yazar, istediği cümleyi kurar. Çeşitli ilimlere ait eserler telif eder. Hiç kimse O’nun yazmış olduğu bir kelimenin veya bir cümlenin bir başka kelime yahut cümlenin mahiyetinden ortaya geldiğini söyleyemez. Evet, O kâtibin, “maymun” kelimesinin mahiyetini değiştirip “insan” kelimesini yazdığı düşünülemez.
Şu kâinatta her bir güneş, her bir yıldız, her bir dağ ve bağ, her bir nebat ve hayvan kudret-i İlâhiyenin mücessem kelimeleridir. Cenâb-ı Hak, her bir güneş ve yıldızı, her bir nebat ve hayvanı mahiyetleri ve bütün hususiyetleri ile müstakilen takdir etmiş ve takdire göre vücut vermiştir. “İnsanın maymundan geldiğini” iddia edenler, bu kâinattaki elementlerin ve zerrelerin, bir Âlim’in ilmiyle, bir Mürîd’in iradesiyle, bir Kadîr’in kudretiyle hareket ettikleri hakikatından gafildirler. Bu âlemin nihayetsiz alîm, kadîr ve hakîm bir Zâtın tasarrufu altında olduğunu kabul etmeyenler, kudret kelimelerinin birbirilerinden türediklerine zehab etmişlerdir. Mürekkebin ancak, kâtibin disiplini altında kalemden akışı gibi, zerrelerin de nihayetsiz bir ilim ve iradenin disiplini altında hareket ettiklerini bilememişlerdir.