İhkak-ı Hak
Cenab-ı Hak, kaplana koyun başı, koyuna da kaplan başı taksaydı; yırtıcı bir baş şeklinde tezahür edecek olan bu hâlden, ne koyun ve ne de kaplan memnun olmayacaklar ve cesetlerinden istifade edemeyeceklerdi. İhkak-ı Hakk’ın tecellisiyle durum böyle olmamış; hem kaplan hem de koyun lâyık oldukları başı bulmuşlardır.
Kedinin avı fare olduğu için Cenâb-ı Hak, ona gece gören göz, çevik bir vücud ve parçalayıcı tırnaklarla techiz edilmiş ince hareketli ayaklar vermiştir. Bütün bu cihâzatla donatılan kedinin kuyruğu koyun kuyruğu gibi olsaydı, bütün bu techizat hikmetsiz olurdu. Demek ki ihkak-ı hakkın tecellisiyle bir kedinin cesedi; gözünden kuyruğuna, gövde yapısından sindirim sistemine kadar tamamen ruhuna uygun bir şekilde yaratılmış ve bu madde-mânâ birliği ile kedi, hayatını idâme ettirebilmiştir.
Bütün hayvanlara bu tarzda bakıldığında, her hayvan, nev’i için beden-ruh münasebetinin son derece hikmetle tanzim edildiği; yani her ruhun kendine uygun bedeni bulduğu görülecektir.
Bunun en bariz misâli ise, insandaki ruh-beden münasebetidir.
Meseleye diğer bir açıdan baktığımızda, cesedimizin büyüdüğünü ve kâinatın hâlini aldığını görürürüz. Bu büyük bedende azaların yerlerini semadaki güneş ve seyyareler, gözün yerini güneş, kulağın yerini sesler âlemi, dilin yerini tadlar âlemi, burnun yerini kokular taifesi, hafızanın yerini levh-i mahfuz, hayâlin yerini âlem-i misâl, kan damarlarının yerini ise akarsular almıştır. Bunların hepsi canlılara, hususan insana göre tanzim edilmiş ve hizmetine verilmiştir…