İslam'da Birlik

Kavmiyetçilik Perdesi Altında Rusya’nın Son Oyunu

Avrupa, dün İslâm Âleminde tezgâhladığı oyununu devam ettirmekle beraber, bugün Rusya, daha plânlı bir şekilde bütün dünya milletlerine bu oyunun bir benzerini sergilemektedir. Terör ve nifak estirmekte, dünyanın birçok yerlerini vahşet ve dehşetiyle kasıp kavurmaktadır. Husumet, kin, adâvet ve neticede anarşi ve terörü bütün dünyaya teşmil ederek, emelinin tahakkukunu bunlar üzerine bina etmektedir.

Rusya’nın genel stratejisi; “Marksist felsefesini telkin ve propaganda, geri kalmışlığı istismar, sefahati teşvik, kavmiyetçiliği ve mezhebçiliği hattâ Araplarda bölgeciliği körüklemek” şeklinde özetlenebilir. Bizde ise, son za­manlarda faaliyetleri bilhassa bölücülük üzerine merkezileşmiştir. Doğrusu Rusya, dün olduğu gibi bugün de her miletten ziyade bizimle uğraşmak­tadır. Moskova, Osmanlı’nın parçalanmasında Bulgar komitecilerini bizzat yönlendirdiği gibi, bugün de Ermeni komitecilerini bize karşı açıkça kul­lanmakta ve hattâ asırlarca et-kemik gibi birbirine kaynaşmış, inancıyla, örf ve âdetiyle birbiriyle imtizaç etmiş din kardeşlerimizi Türk-Kürt diye ayırmaya çalışmaktadır. Şarktaki vatandaşlarımız devlet kurma vaadiyle aldatmaya çalışarak, memleketimizi, bir Macaristan, bir Afganistan haline sokmak istemektedir.

Ancak, bütün gayretlerine rağmen, bugüne kadar bu menfur gayesine ulaşamamıştır ve ulaşamayacaktır da… Çünkü, Doğu’daki vatandaşlarımız dinine, vatanına, milletine bağlıdır ve parçalanmanın doğuracağı hazin ne­ticelerin şuurundadır. Bugüne kadar, bölücü ve yıkıcı propagandalar an­cak, beyinleri Marksizmle yıkanmış ve aldanmış bir kısım gençlere müessir olmuş; büyük ekseriyet ise, bu propagandaya iltifat etmemiştir. Bununla beraber, Rusların bu menfûr emelinden ümidini kesmediği ve yine bütün gücüyle çalıştığı bir vakıadır.

Bugün yüz milyona yakın Müslümanı komünizmin esaret ve terörü altında inleten Rusya’nın Doğu’ya yaptığı büyük vaadlerin altındaki gerçek, “Anadolu’yu parçalayıp yutmaktır.” Onlar Şark ve Garp’taki vatandaşlarımızın kaşına-gözüne, boyuna-bosuna hayran değil, memleketimizin dağ ve bağlarına, nehir ve denizlerine taliptirler.

Bütün emelleri, Deli Petro’nun vasiyeti istikametinde, “sıcak denizle­re açılarak Avrupa’yı kıskacı altına alıp komünizmi bütün dünyaya hâkim kılmaktır.” Yoksa onların dâvası, en büyük düşman olduğu, Şark’taki Müslümanları himaye etmek (!) değildir. Bu ezelî düşmanımız, birlik ve beraberliğimizi bozma, memleketimizi parçalama emelini daima taşıyacak ve bu vadide bütün gücüyle gayret gösterecektir. Bugün olduğu gibi yarın da bu vatanın evlâdlarını mukaddesatına, vatan ve milletine düşman et­meye çalışacaktır. Bu hain düşmanı bilen ve desiselerini hisseden hiçbir vatanperverin onun tahripkâr faaliyetlerine karşı lâkayd kalması, telâş et­memesi düşünülemez. Değil İslâmiyet’in topyekûn insaniyetin en büyük düşmanı olan bu menfur zihniyetin girdabına düşmemek için, müteyakkız olmak, akl-ı selim sahibi herkesin başta gelen temel vazifesidir. Şimâlden gelen terör, nifak, tefrika fırtınaları esmeye devam edecektir.

Altını çizerek ifade edelim ki, bugün Şark’taki ırkçılık cereyanı, mücerred kavmiyetçilik tarzında kalmayıp, tamamen Marksist bir yörüngeye girmiştir. Ve tehlike fevkalâde ciddidir. Sadece, idarî, mülkî ve GAP gibi ekonomik tedbirlerle bu ateş söndürülemez. Bunu böyle bilmek aklın gereğidir.

Bu fırtınalara karşı siperimiz, hisar ve kalemiz; “birlik ve beraberliği­mizdir.” Bu kalenin tahrip edilmiş cihetlerini tamir etmek, gediklerini, men­fezlerini kapatmak ve böylece haricî düşmanların hücumlarını akîm bırak­mak, dinî ve vicdanî bir vecibedir. İzzetle, şeref ve haysiyetle yaşamak, istiklâlimizi muhafaza edip, kıyamete kadar devam ettirmek istiyorsak, buna mecburuz.

Nitekim devletimiz de bu hastalığı doğru teşhiste bir adım atmış, Anayasa’da Din Derslerini mecburi kılmakla, memleketimizi anarşiye sü­rükleyen en önemli sebebin din eğitimindeki noksanlık olduğunu kabul etmiştir. Demek ki içtimaî bünyemizi sağlamlaştırmada en önemli esas, Di­nimizdir. İç bünyedeki hastalıklar, ancak bununla tedavi olunabilir. İnsan­lığın terbiyesi için taraf-ı İlâhî’den nazil olmuş en son ve en mükemmel din olan İslâm Dini, bu vadide kâfî ve vâfîdir. Zira dinî bağlar, karabet, kan, ırk ve sair bütün râbıtaların fevkindedir.

Dinî râbıtalar kalb ve dimağlara yerleştirilirse, bütün ihtilâfları, çekiş­meleri, sen-ben, haseb-neseb dâvalarını kökünden bertaraf eder. Bu râbıta, cemiyetin ruhuna, kalbine ve hislerine ahenkle oturtulursa bütün mes’eleler kökünden halledilebilir, İçtimaî nizam hayat bulur. Fert ve cemiyet huzura erer. Bunun en büyük şahidi, Asr-ı Saâdet’tir. İslâm, devr-i cahiliyedeki en bedevî ve âsî kavim ve kabileleri, İslâm’ın nuruyla en medenî ve mutî yap-mıştır. Biraraya gelmeleri mümkün -olmayan o vahşî kabileleri, ittihat ve imtizaç ettirerek, cihana muallim ve üstad kılmıştır.

Evet, mânevî, ferdî, içtimaî, dünyevî her hastalık gibi, nifak ve şikakın, ihtilâf ve inşikakın ilâcı da Kur’ân’ın şifalı eczahânesinde aranmalıdır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu