İslam'da Birlik

Akıl Irkçılığı Reddeder

Cenâb-ı Hak, bütün insanları bir baba ve bir anadan yaratmıştır. Yani, bütün beşerin menşei birdir. İnsaniyet, mâhiyet itibariyle birbirinden farklı değildir. Zira, hepsi yaratılış itibariyle aynı hususiyetlere sahiptirler. Zâhirî ve bâtınî duygularda ortak oldukları gibi yeyip içme, oturup kalkma, sevip üzülmede de aynı hislere sahiptir. Şu halde, bir kavim bir kavme, bir aşiret diğer bir aşirete karşı üstünlük iddiasında bulunamaz.

Malûmdur ki, maddeleri bir olan iki eserden hangisinin ustası diğerin­den daha mâhir, yahut hangisinde san’at estetiği daha üstün ise, o eserin diğerinden daha üstün olduğu kabul edilebilir. İnsanlar için böyle bir ölçü söz konusu olamaz. Zira, insan Allahü Azîmüşşân’ın eseridir, san’atıdır. Hepsi de Allah’ın kulları hepsi de Âdem’in (A.S.) çocuklarıdır. Vücutları, aynı elementlerden dokunmuştur. Aynı beşikte büyümüş, aynı havayı te­neffüs etmişlerdir. Aynı sofradan beslenmiş, aynı güneşten ziyâlanmışlardır. Binâenaleyh, ırk nokta-yı nazarından bir kavmin diğer bir kavme üstünlü­ğü iddia edilemez.

İnsanlar arasında farklılık ancak ilim ve marifet, itikat ve inanç, fazilet ve takvâ, ahlâk ve terbiye gibi ulvî meziyetler itibariyledir. Bu aslî seciyeler ise, soya-sopa bağlı değildir, onlara bina edilemez. Bu bakımdan, bu ulvî hakikatlardan hissesi olmayan herhangi bir ferdin baba, dede ve ecdadı­nın faziletiyle iftihar etmeye hakkı yoktur. Çünkü, o faziletlerden kendisi mahrum olup, bütün güzellikler o fazilet sahibi olan ecdadına aittir. Eğer, kendisi cahilse ve ahlâktan mahrum ise, ecdadının ilmi, irfanı ve ahlâkı ona bir şan, bir şeref veremez. Kendisi çok fakir ve yoksul olan bir adamın, dedesinin geçmişteki zenginliği ile ihtiyacını gideremediği gibi…

Öte yandan, insanların gerek yaratılmaları, gerekse şu veya bu kabi­leye mensup olmaları kendi iradeleri, iktisapları, tercihleri ile değil, tama­men Allahü Azîmüşşân’ın halk ve iradesi iledir. Bir insanın kendi ilminin, maharetinin, kesbinin, san’atının, kabiliyetinin neticesi olmayan bir şeyle hiçbir surette iftihar etmeye hakkı yoktur. Farzımuhal, şu veya bu kabileye intisap bir şeref, bir fazilet dahi olsa, o zaman iftihar ve gurur yerine, o ihsana karşı, Allah’a şükür ve hamdetmek icabeder.

Soy sop üstünlüğü, olsa olsa ancak bitkiler ve hayvanlar âlemi için ge­çerlidir. Meselâ, hurma nevi birbirinden farklı birçok çeşidi ihtiva ederken, koyun nevi de Merinos, Karaman, Dağlıç gibi çeşitli ırklara ayrılır. Bu ırk­lardan birinin, diğerine olan üstünlüğünden bahsedilebilir.

 

Hayvanlar âleminde herbir nev, kendi soy ve karakterini muhafaza et­mekte, meselâ, kargadan bülbül, bülbülden karga meydana gelmemektedir. Halbuki, insan âleminde kargadan bülbül, bülbülden karga misâli fertler gelmiştir ve gelmektedir. Bunun misâlleri pek çoktur. Azer gibi putperest bir babadan Hz. İbrahim (A.S.) gibi ulûlazm bir peygamberin gelmesi; hem Hz. Nûh (A.S.) gibi bir peygamberden iman etmeyen bir evlâdın gelmesi, bu hakikati açık bir şekilde gösterir…

Demek ki, iman ve küfür, tâat ve isyan, salâhat ve fısk irsî değildir. Nitekim, Hz. Âdem’in (A.S.) bir oğlu mutî, diğe­ri âsî olmuştur. Eğer irsiyet esas olsaydı Âdem’in (A.S.) her iki evlâdının da sâlih olması gerekirdi. Zira, babaları peygamberdi. Hem bir ırka, bir kavme mensup bütün fertlerin de aynı karakterde olmaları icabederdi. Halbuki, her kavim içinde hem mü’min, hem kâfir hem sâlih hem fâsık, hem said, hem şakî çıkması gösteriyor ki, üstün ırk nazariyesi bâtıldır, gayr-ı makûldür.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu