İstikamet

Kul Hakkından Sakınmak

Ticaretinde doğru, sözünde sadık, ahdinde vefalı ve zekat verme hususunda çok titiz davranan tüccarlar Peygamber Efendimiz’in (sav.)

“Doğru olan tâcir, kıyâmette sıddıklarla ve şehitlerle berâber olacaktır.”1

müjdesine mahzar olacaklardır. Peygamber Efendimiz de (sav.) bizzat ticâret yapmış, ticaretle uğraşmayı teşvik etmiş ve doğru tâcirleri övmüştür.

Eskiden ticaret erbabı olanların sözüne itibar edilir ve insanlar verdikleri sözü yerine getirirdi. Hatta günümüzdeki gibi çek senet alınmaz deftere yazılır ve borçlu olanlar mutlaka zamanında ödemelerini yaparlardı. Peygamber Efendimiz (sav.)

“Söz vermek borçlanmaktır.” 2

buyurarak, verilen sözü yerine getirmenin önemine işaret etmişlerdir. Verdiği sözü yerine getirmek ve güvenilir olmak müminin şanındandır. Cenab-ı Hak, müminlerin vasıflarını sayarken;

“Onlar emanetlerini ve ahitlerini gözetirler.”3 buyurur ve

“Ey iman edenler! Akitlerinizi (verdiğiniz sözleri) yerine getirin.”4 emreder.

Demek ki, bir kişinin dindar ve ehl-i takva olması; onun sözünde ahdinde sadık olup olmamasıyla doğrudan alakalıdır.

Ebu Hureyre’den (r.a) rivayet edildiğine göre, İslam’ın ilk yıllarında Resulullah Efendimiz (sav.) vefat eden kimseler için “Borcu için bir fazlalık bıraktı mı?” diye sorar, eğer o kişi bir fazlalık bırakmış ise cenaze namazını kılar; şayet borcunun ödenmesi için bir şey bırakmamışsa, “Arkadaşınızın cenaze namazını sizler kılınız.” buyurur ve borçlu ölen kimselerin cenaze namazını kılmazdı. Sonraki yıllarda ise “Borçlu ölenlerin borcunu ödemek bana aittir.” buyurmuş ve elde edilen ganimetlerden o kimselerin borcunu ödemiştir. 5

Peygamber Efendimiz (sav.) başka bir hadis-i şeriflerinde ise şöyle buyurmuşlardır:

“Ödünç alınan şey yerine verilecektir. Sütünden istifade etmek üzere verilen hayvan iade edilecektir. Alınan borç ödenecektir. Kefil olan (kefil olduğu şeyi) ödemekle mükelleftir.”6.

Bir diğer hadis-i şerifte ise;

“Kim, ödemeyi murat ederek insanlardan mal alırsa, Allah onun borcunu ödetir. (Borcunu ödemesini kolaylaştırır.) Her kim de (telef etmeyi) murat ederek mal alırsa, Allah da onu telef eder.”7

buyurarak, borçlanmada niyetin çok önemli olduğuna dikkat çekmiş, aldatma niyetiyle mal alanların büyük bir hasarete maruz kalacaklarını ifade etmiştir.

Zamanımızda ise maalesef, itimat sarsılmış, insanların birbirine güveni kalmamıştır. Verilen çek ve senetler ödenmemekte, ahitler yerine getirilmemekte ve kul hakkı ihmal edilmektedir. Kul hakkı ise, şirkten sonra günahların en büyüğüdür.

Peygamber Efendimiz (sav.):

“Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, bir adam borcu olduğu halde şehit edilse, diriltilip tekrar şehit edilse ve tekrar diriltilip yine şehit edilse, üzerindeki borcu ödemedikçe cennete giremez.”8

buyurarak kul hakkının ne kadar önemli olduğunu, kişinin şehit olması halinde bile bu hakkın affedilmeyeceğini vurgulamıştır. İşte İslam’ın kul hakkına vermiş olduğu ehemmiyet.

Şunu da ifade edelim ki, iyi niyetli olduğu hâlde gerçekten de sıkıntıya düşmüş, zor durumda kalmış ve ödeme gücü olmayan borçlulara mühlet vermek gerekir. Hatta o kimseye borcu bağışlamak zekat yerine geçer. Zira tövbe suresinin altmışıncı ayetinde zekat verilecek kimseler arasında borçlular da sayılmaktadır. Peygamber Efendimiz de bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyururlar:

“Her kim, darda kalan borçluya mühlet verirse veya alacağını (kısmen veya tamamen) bağışlarsa; Allah kıyamet gününde o kimseyi arşın gölgesinde gölgelendirecek. Zira o günün Arş’ın gölgesinden başka gölge yoktur.” 9

Evet, kul hakkı Allah katında çok mühimdir. Bir kimsenin maddi ve manevi hakkına tecavüz eden, boynunu Allah’ın kılıcına hedef etmiştir. Bir insan Allah’a karşı borçlu olursa onun rahmeti geniştir, boldur. Belki hakkını bağışlar, affeder. Fakat üzerinde kul hakkı olursa onu mutlaka ödemeye mecburdur. Mesela bir kişi, bazılarının canına, bir kısmının namusuna, malına tecavüz etmiş, kimini eliyle kimini diliyle incitilmiş haysiyet ve şerefini lekelemişse ahirette hak sahipleri onun etrafını saracaklar. Şayet o adamın hasenat ve sevabı varsa Allah onları alacaklılara taksim edecek, eğer borcu bitmezse onların günahlarını bunun boynuna yükleyip cehenneme atacaktır. Peygamber Efendimizin (sav.) ifadesiyle asıl “müflis” budur.

Elbette kul hakkının da dereceleri vardır. Bir adamın hakkıyla yüz adamın hakkına tecavüz elbette ki bir olmaz. Bir adamdan helallik alınabilir ancak yüz adamdan helallik almak hiç de kolay değildir. Şunu da unutmayalım ki, devlet malını çalanla onu himaye eden de aynı sorumluluk ve vebaldedir. Her şey Cenab-ı Hak tarafından insana bir emanettir. Bu bakımdan bir millet ve devletin malları da Cenab-ı Hakk’ın bir emanetidirler. Cemiyet-i beşeriyede öyle zalimler vardır ki, hıyanet hançeriyle bu milletin kalbini yaraladıkları gibi, mal ve mülklerini de talan etmektedirler.

Peygamber Efendimiz (sav.),Hayber savaşında elde edilen ve henüz taksim edilmemiş olan kamuya ait ganimetlerden bazı değersiz eşyayı alan, daha sonra da düşman tarafından öldürülen sahabenin büyük bir günah işlediğini, bu günahtan dolayı şehit olmadığını belirtmiş ve cenaze namazına katılmamıştır.10

Bu durum, ders alınması gereken çok ibretli ve büyük bir hadise değil midir?

Cenab-ı Hak her hakkı affedeceğini, ancak kul hakkını, hak sahibi helal etmedikçe affetmeyeceğini bildiriyor. Kul hakkının en tehlikelisi de millet ve devlet malına tecavüz etmek, hile ve hıyanetle gasbetmektir. Çünkü devlet malı umumun hakkıdır. Onda tâ kıyamete kadar gelecek bütün insanların hakkı vardır. Devlet malını çalmak veya şahsi menfaat için kullanmak hıyanetin en büyüğüdür. Günümüzde nice yolsuzlukların olduğunu ve devlet mallarının yağma edildiğini duyuyor ve okuyoruz. Peygamber Efendimiz (sav.) bir hadislerinde

Bir kişinin kalbinde imanla küfür, doğrulukla yalan, emanetle hıyanet birlikte bulunmaz.”11 buyurmuş,

“Allah’ım! Hıyanette bulunmaktan sana sığınırım. Çünkü hıyanet ne kötü bir sırdaştır.”12 diye dua etmiştir.

Bir insanın malına, mülküne ve bedenine zarar vermek onun maddi hukukuna tecavüz olduğu gibi, bir kişinin gıybeti etmek, iftira atmak ve ona su-i zanda bulunmak da o kimsenin manevi hukukuna bir tecavüzdür. Ayrıca insanları günaha, isyan ve küfre sevk ile onların kalp ve ruhuna verilen zarar da manevi hukuka girer. Bediüzzaman Hazretleri şöyle buyurur:

Sâlih amel ise, maddî ve manevî hukuk-u ibada tecavüz etmemekle, hukukullahı da bihakkın îfa etmekten ibarettir.”13

Bundan da anlaşılacağı gibi, kul hakkı ikiye ayrılmaktadır; maddi hukuk ve manevi hukuk.

Öyle ise kişi, kul hakkına riayet etmeli, iftira, gıybet ve suizan gibi günahlardan son derece sakınmalı ve diline sahip olmalıdır. Peygamber Efendimiz de (sav.) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyururlar:

“Allah’a ve ahiret gününe inanan ya hayır söylesin ya da sussun.”

Başka bir hadis-i şerifte ise, “Dilini tut” buyurarak, lüzumsuz ve malayani sözlerden sakınmayı tavsiye ve aynı zamanda az konuşmanın da faziletine işaret etmişlerdir. Onun için, kişi diline hâkim olup, bu tür menfi, malayani ve faydasız sözlerden sakınmalı, ağzından çıkacak her kelimeye son derece dikkat etmeli, akıl terazisinde tartıp hikmetle söylemelidir. Bunun içindir ki, “Bin düşün, bir konuş.” ve “Söz gümüş ise sükut altındır.” sözleri darb-ı mesel olmuş ve umumun lisanında dolaşmaktadır. Bazen olur ki, bir mümin, ağzından çıkan bir kelime ile (Allah korusun) iman dairesinden çıkabilir.

Dilini Tutan Kurtuldu.”

Kullarına karşı sonsuz rahmet sahibi olan Cenab-ı Hak, lütfünden yaratıp kemale erdirdiği insana, meramını, duygu ve düşüncelerini anlatmak ve en önemlisi kendisini zikir ve tesbih etmek için büyük nimet olan nutuk ve beyan ihsan edilmiştir.

“İnsanı yarattı, ona konuşmayı öğretti.”14

ayeti de bu hakikati ifade etmektedir.

İnsan, Cenab-ı Hakk’ın kendisine ihsan ettiği bu nimetin şükrünü, Kur’an ve onun ulvi hakikatlerini okumak, tebliğ vazifesini ifa etmek, zikir ve tespihle meşgul olmak suretiyle onun veriliş hikmetine muvafık hareket etmiş olur. Yalan, gıybet, iftira ve malayani sözlerle o kıymettar nimete nankörlük edip, hak ve hakikati söylemeyen bir kişi, vazifesini su-i istimal etmiş ve o lisanın veriliş gayesine ihanet ve o nimete nankörlük etmiş olur. Dilin vazifesi ve ziyneti faydasız ve boş sözlerden sakınarak her zaman ve zeminde mutlaka doğruyu ve faydalıyı konuşmaktır.

Peygamber Efendimiz (sav.) konuyla alakalı bazı hadis-i şeriflerini dikkatinize sunmak istiyorum:

“Belâ ağızdan çıkan söze bağlıdır.”15

“Her sabah, bütün uzuvlar, dile yalvararak derler ki: Bizim hakkımızı gözetmekte Allah’tan kork, kötü söz söyleme, bizi ateşte yakma! Bizim dine uyup uymamamız senin sebebinledir. Sen doğru olursan biz de doğru oluruz. Sen eğri olursan biz de eğri oluruz.”

“Mümin önce düşünür, sonra konuşur. Münafık, düşünmeden konuşur.”

“Kurtuluş için dilini tut, günahların için ağla!”

“İnsanları cehenneme sürükleyen dilleridir.”

“Dilini tutmayan kimse, tam imana kavuşamaz.”

“İnsanın hatalarının, kusurlarının çoğu dilindendir.”

“Kalbi doğru olmayanın imanı, dili doğru olmayanın kalbi doğru olmaz.”

Lügat imamlarından İbnü’s Sekît de şöyle der:

“İnsan dilinin sürçmesinden dolayı uğrayabileceği musîbete ayağının sürçmesi ile uğramaz. Zira insanın sözü başını götürebilir, hâlbuki ayağının sürçmesinden hâsıl olan yarası zamanla iyileşir.”

Evet, dilin cirmi küçük, cürmü büyüktür. Dil yarası, kılıç yarasından daha tesirlidir. Çünkü kılıç yarası iyileşir, ama dil yarası devam eder. Her kap, içindekini sızdırdığı gibi, insan da kalbinde olanı izhar eder ve tabiatında olan şeyin asarını gösterir. Derler ya; “Kişinin akıllı olup olmadığı sözünden, asaleti de işinden belli olur.” İnsan bir sır-ı hafidir ki, onun tercümanı lisandır.

Dipnotlar:

1 Tirmizi, III, 1209.
2 Taberânî, el-Mu’cemu’s-Sagîr, I/150; el-Câmi’, I/59.
3 Mearic Suresi, 70/52.
4 Maide Suresi, 5/1.
5 bk. Sahih-i Buhari ve Tercemesi, Müt. Mehmet Sofuoğlu, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1987 c.V No: 2128.
6 Tirmizi ve Ebu Davut. et- Tac, II, 223.
7 Buhari, et- Tac, II, 225.
8 Nesei’den rivayet, et-Tac, II, 226.
9 Tirmizi, et-Tac, II, 198.
10 Müslim, İmam, 48.
11 Ahmet İbnu Hanbel, II, 349.
12 Ebu Davud, Vitir, 32.
13 Nursî, B. S Mesnevi-i Nuriye.
14 Rahman Suresi, 55/3-4.
15 Keşfü’l-Hafâ.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu