ÖLÜDEN DİRİ, DİRİDEN ÖLÜ
Bu hakikat bir kanun-ı İlâhi’dir; fertlere, hâdiselere, milletlere, devletlere ve medeniyetlere şümulü vardır.
Manen ölmüş, kâfir ve fasık babalardan, mümin ve salih evlâtların, keza mümin ve salih babalardan da fasık ve kâfir evlatların gelmesi her zaman vakidir. Bunun bariz misallerinden birisi Azer isimli putperest bir babadan Hz. İbrahim (as.) gibi ulul’azm bir peygamberin; Hz. Nûh (as.) gibi büyük bir peygamberden de kâfir bir evlâdın gelmesidir.
Öte yandan, insanların çirkin gördüğü birçok vakalar, hayrı netice verirken, zahiren güzel görünen ve hayır telâkki edilen bazı hâdiselerin de neticeleri şer olabilmektedir. Yani, felâketten saadet, saadetten de felâket çıkabilmektedir.
Bazı insanlar, hayatlarının bidayetinde fısk ve dalâlette iken, sonraları tövbe ve istiğfar ile hidayete erişmekte, başlangıçta hidayet ve istikamet üzere giden bir kısım insanlar da nefis ve şeytana uyarak dalâlete düşmektedirler.
Cansız yumurtalardan hayatdar kuşların teşekkülüne, sonra o kuşlardan tekrar yumurtaların yaratılmasına; geceden gündüzün, gündüzden de gecenin süzülmesine; kıştan yazın, yazdan kışın çıkartılmasına kadar bu hakikatin pek çok misali vardır.
Diğer taraftan vahşet ve dehşetin, bütün şiddet ve katılığı ile hüküm sürdüğü devr-i cahiliyetten, bütün âlemi nura, hidayete, saadet ve adalete gark eden Asr-ı Saadet’in çıkması; Avrupa’ya ilim ve medeniyette üstatlık eden Endülüs’ün ise o elim ve feci akıbete duçar olması bunun ayrı birer misalidirler.