Ruh Nedir?

Tenasüh, İnsaniyetin Kıymet ve Şerefini Tahkir Eder

Cenâb-ı Hak, insanı en yüksek bir mahiyette, câmiiyette halketmiştir. Umum nebatat ve hayvanâtı ona hizmetkâr yapmıştır. Meselâ, ağaç, meyvesiyle; inek, sütüyle; koyun, etiyle… insanın imdadına koşturulmakta, onun için çalıştırılmaktadır. O, cihanın zîneti, arzın halifesidir. Cenâb-ı Hak, Kâinat Sarayı’nı, bütün müştemilâtıyla onun için yaratmış, tanzim ve tertîb etmiştir. Bu sarayın azâmeti,| haşmeti, ziyneti… hep o misafirin şerefini, makbuliyetini ve Allah-u Azimüşşân yanındaki itibarını, kadr-ü kıymetini göstermektedir.

İnsan, Cenâb-ı Hakk’ı tanımak ve O’na ibâdet etmek için yaratılmıştır.Bu hikmete binâen, ona pek kıymetli cihazlar takılmış, cami istidatlar verilmiştir. Evet, insan, yerlerin ve göklerin kaldıramadıkları bir emaneti taşımaktadır. Elbette, kâinatın neticesi, meyvesi olan insanın bu kâinattan daha büyük ve daha ehemmiyetli bir gayesi olmalıdır. Bu gaye ise, ancak yukarıda da işaret ettiğimiz gibi, Allah’ı bilmek, O’na bihakkın kul olmaya çalışmak, O’na muhabbet edip rızâsına nail olmak ve böylece Cenâb-ı Hakk’ın ebedî ziyafetgâhı olan Cennet’e lâyık bir kıymet almak ve orada, beden ve ruhuyla ebedî bir hayat sürmektir.

İşte tenasüh hurafesi, insanın mahiyetine, hakikatına ve ona verilen bu değere ters düşer. Elbette, insana bu kadar kıymet veren Hakîm-i Rahîm, onun ruhunu nihayet derece aşağı düşürüp terzil etmez, tenkis etmez, tahfif etmez. İnsanın ruhunu, ona hizmet eden âciz bir hayvan cesedine sokmaz. Elmas kıymetinde yarattığı o ulvî ruhu kömür derecesine indirmez.

Bediüzzaman Hazretleri insanın şeref ve kıymetini şu harika ifadelerle şöyle ifade eder:

“İnsan şu kâinat ağacının en son ve en cem’iyetli meyvesi ve hakikat-ı Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâm cihetiyle çekirdek-i aslîsi ve kâinat Kur’an’ının âyet-i kübrası ve ism-i a’zamı taşıyan Âyet-ül kürsisi ve kâinat sarayının en mükerrem misafiri ve o saraydaki sair sekenelerde tasarrufa me’zun en faal memuru ve kâinat şehrinin zemin mahallesinin bahçesinde ve tarlasında, vâridat ve sarfiyatına ve zer’ ve ekilmesine nezarete memur ve yüzer fenler ve binler san’atlarla techiz edilmiş en gürültülü ve mes’uliyetli nâzırı ve kâinat ülkesinin arz memleketinde, Padişah-ı Ezel ve Ebed’in gayet dikkat altında bir müfettişi, bir nevi halife-i arzı ve cüz’î ve küllî harekâtı kaydedilen bir mutasarrıfı ve sema ve arz ve cibalin kaldırmasından çekindikleri emanet-i kübrayı omuzuna alan ve önüne iki acib yol açılan, bir yolda zîhayatın en bedbahtı ve diğerinde en bahtiyarı, çok geniş bir ubudiyetle mükellef bir abd-i küllî ve kâinat sultanının ism-i a’zamına mazhar ve bütün esmasına en câmi’ bir âyinesi ve hitabat-ı Sübhaniyesine ve konuşmalarına en anlayışlı bir muhatab-ı hassı ve kâinatın zîhayatları içinde en ziyade ihtiyaçlısı ve hadsiz fakrıyla ve aczi ile beraber hadsiz maksadları ve arzuları ve nihayetsiz düşmanları ve onu inciten zararlı şeyleri bulunan bir bîçare zîhayatı ve istidadca en zengini ve lezzet-i hayat cihetinde en müteellimi ve lezzetleri dehşetli elemlerle âlûde ve bekaya en ziyade müştak ve muhtaç ve en çok lâyık ve müstehak ve devamı ve saadet-i ebediyeyi hadsiz dualarla isteyen ve yalvaran ve bütün dünya lezzetleri ona verilse, onun bekaya karşı arzusunu tatmin etmeyen ve ona ihsanlar eden zâtı perestiş derecesinde seven ve sevdiren ve sevilen çok hârika bir mu’cize-i kudret-i Samedaniye ve bir acube-i hilkattir.” 96

Dipnotlar:

96. Şualar.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu