Hayatı ve Hatıraları

Üstad’ın Ahirete Teşrifi ve 1960 İhtilali

Benim son Hocam Erzurum müftüsü Sadık Efendi’ydi. Ramazan-ı Şerifte onun emriyle Mahallebaşı’ndaki Darağaç Camiinde vaaz ediyordum. Yine bir gün vaaz etmeye giderken karşıma bir adam çıktı.

“Hocam nereye gidiyorsun?” dedi. Vaaza gittiğimi söyledim. Adamın hâlinde bir gariplik vardı.

“Hocam sen duymadın mı? Üstad vefat etmiş.” dedi. Birden bire kızdım ve “Sus!..” dedim. Nereden duyduğunu sordum. Radyodan duyduğunu söyledi.

Ben Üstad’ın daha çok uzun yıllar yaşayacağını hayal ediyordum. Vaaza gitmekten vazgeçtim. Hemen babamın mahalle başındaki oteline gittim, olanları anlattım, çok üzüldü ve ağladı. Sonunda olay doğrulandı. Astsubay İbrahim Okur, Astsubay Mehmet Şanlı, Müslüman Hasan, Kamil Sirkeci ve Şercil Ağabey birlikte 1.700 lira vererek bir minibüs tuttuk ve yola çıktık. Fakat hiç kimse konuşmuyordu. Herkes ya Cevşen ya Kur’an okuyordu. Arabanın içinde bir hüzün havası vardı.

Böylece Tercan’a kadar geldik. Yatsı vaktiydi. Henüz orucumuzu açmamıştık. Yola çıkarken telâş ve hüzünden hiç kimsenin aklına yiyecek almak gelmemişti. Çarşıdan ekmek, zeytin, peynir alıp yolda yemeyi uygun gördük. Çarşıya indik. Herkes teravih namazında olduğu için hiçbir dükkan açık değildi. Sadece bir terzi dükkanı açıktı. İçerden bir genç çıktı. Bize ne aradığımızı sordu. Bizim iftar açmak için ekmek aradığımızı öğrenince:

“Siz dükkana buyurun, ben şimdi gelirim.” dedi. Biraz sonra ekmek ve yiyecekle döndü. Bize çay ısmarladı. İftarımızı o dükkanda yaptık. Halimizdeki gariplik dikkatini çekmişti.

“Siz de bir gariplik var. Hayırdır!” dedi. Biz de olanları anlattık.”Ha!..” dedi, bir daha konuşmadı.

Biz de hemen yola çıktık. Yol boyunca sürekli kar yağdı, hava da fırtınalıydı. Sabah namazı vaktinde Diyarbakır’a indik. Namazı Diyarbakır’da kıldık. O sırada kar durdu. Saat dokuz sularında Urfa’ya ulaştık. Cuma namazını Dergahtaki camide kıldık. Urfa’ya sanki bir insan seli akmıştı. Caddeler, sokaklar Nur Talebeleri ile dolup taşmıştı. Namazı müteakip medreseye gittik. Sungur Ağabey, Ceylan Ağabey, Zübeyir Ağabey, Tahiri Ağabey medresedeydiler.

Zübayir Ağabey Üstad’ın son dakikalarını ve vefatını cemaate şu cümlelerle anlatıyordu:

“Üstad’ın hastalığı çok ilerlemişti. Ateşi çok şiddetliydi. Üstad bir ara rahatladı ve uykuya daldı. Biz kendi aramızda sessizce konuşurken Elazığ müftüsü Ömer Efendi içeri girdi ve Üstad’ı görür görmez, ‘İnna Lillah ve inna ileyhi raciûn.’ dedi. Biz ona doğru dönüp:

“Ne oldu?” diye sorduk.

“Üstad dünyasını değişti.” diye karşılık verdi. İtiraz ederek:

“Üstad yaşıyor.” dedik. Fakat Üstad’a dikkatli bakınca vefat ettiğini anladık.”

Sonra Üstad’ın vefatı anında aldıkları tedbirleri anlattı:

“Üstad’ın vefat ettiğini öğrenince Ömer Efendi’ye vefatın gizli tutulmasını söyledik. Hemen Üstad’ın özel eşyalarını muhafaza altına aldık. Daha sonra hakimi çağırdık ve gereken resmi işlemler başladı.”

Zübeyir Ağabey orada hazır bulunan cemaate cesaret vermek için şunları söyledi:

“Artık Üstadımız gitti. Bu hizmet bizim boynumuzda kaldı. Ölünceye kadar bu hizmeti devam ettireceğiz. Üstadımız vefat etti, diye durmayacağız. Peygamberimiz vefat edince İslâmiyet’i yayma vazifesi durmadı; bu vazifeyi sahabeler üstlendiler. Şimdi biz de bu hizmet uğrunda önümüze çıkan bütün engelleri aşacağız. Engeller ne kadar büyük olursa olsun, bizdeki himmet, şehamet, celadet, cesaret ondan daha büyüktür. Bu hasiyetlerin karşısına hangi engel çıksa küçüktür.” dedi.

Anlatılanlar bizim için büyük bir şevk oldu. Sadece benim değil, orada bulunan Türkiye’nin çeşitli yerlerinden gelmiş bütün Nur talebelerinin içini rahatlattı. Böylece bir teselli bulmuş olduk. Medresede, Dergahın imamı cemaata şunları anlattı:

“Dergahın benden önceki imamı, hem büyük bir alim hem de evliyadan bir zattı. Üstadımızı defnettiğimiz türbeyi o yaptırdı. Herkes bunu kendisi için yaptırdığını zannediyorlardı. Vefatına yakın

‘Sakın beni oraya koymayın, dergahın yanındaki kabristana defnedin. Oranın sahibi gelecek.’

dedi. Üstad vefat edince imamın ihbarı tam tahakkuk etmiş oldu.”

Erzurum’a döndük. Erzurum halkı günlerce bize taziyeye geldiler. O sırada Müftü Solakzade Sadık Efendi sağ idi. Hocalar:

“Üstad’ın ruhuna 400 hatim okuyalım.” dediler. Kadana Camii imamı İdris Hoca hatimlerin kendi camisinde okunabileceğini söyledi. Biz de kabul ettik. Kadana Camii günlerce dolup taştı. Her imam ve müezzin yatsı namazını kıldıktan hemen sonra Kadana Camiine gelip hatim okumaya başlıyordu. Biz 400 hatim diye başladık, ama 400 hatmi geçti.

O sıralarda yavaş yavaş Demokrat Partiye hücumlar da başlamıştı. Menderes’e aşırı yükleniyorlardı. Sanki Üstad, bir kemerin ortasındaki kilit vazifesi gören taş gibiydi de o çekilince bütün taşlar dökülmeye hazırlanıyorlardı. Sanki Demokrat Partiye hücum etmek için çok önceden hazırlanmışlar da harekete geçmek için Üstad’ın vefatını beklemişlerdi. Gazeteler her gün Demokrat Partisinden olmayan talebelerin öldürüldüğünü, buzdolabına konulduklarını yazıyordu. Halbuki sonradan ihtilâl yapanların da itirafıyla bunların aslı ve astarı yoktu. Solcu öğrenciler her gün yürüyüşler yapıyorlar, mitingler düzenliyorlardı. Ortalıkta ihtilâl söylentileri dolaşmaya başladı.

Tahir Ağabey sürekli Cevşen ve Salatü’n-Nariye okumamız için haber gönderiyordu.

Üstad 1960 yılının Mart ayında vefat etmişti. Mayıs ayına kadar iki ay boyunca Türkiye bambaşka bir hâl aldı. Menderes’in elinden hiçbir şey gelmiyordu. Ancak çok güzel konuşmalar yaparak iftiralara cevap veriyordu. “Haklıyız, ama haklı olmak hiçbir işe yaramıyor.” diyordu. Memleket bir anarşi ve terör ortamına doğru gidiyordu. Artık herkes rahatsızdı.

27 Mayıs’a geldiğimizde ihtilâl oldu. Halk Partililer davul çalarak ihtilâli kutluyor, Demokrat Partinin il ve ilçe başkanlıklarının önünde sevinç gösterileri yapıyorlardı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu