Aziz ve Muhterem Hacı Mustafa Efendi
Sadakat ve ihlâsınızı ihtiva eden bir mektubunuzu aldım.
Bizim gibi âciz ve hakir bir nokta-i mevhumeye, mahcubiyetimi mucip bir tazim ile şevk ve sürur içinde iltifat buyurmanız necabet ve tevazunuzun icabıdır. Elhamdülillah, Elhubbufillah menbaından nebean eden bir muhabbet kevseriyle mest olmanız ve hem o matladan lemaân eden bir mahzuziyet-i nuraniyeye mazhariyetiniz, bu fakire bir hüsn-ü misal oldu. Bu haliniz beni çok memnun ve mesrur eyledi.
Ayrıca, ilâhi tecellilere ve manzaralara sahne olan Antakya gibi bir memleketten aldığım mektubunuz, o karyede geçen ibretamiz hadiseleri de bana hatırlattı. Şöyle ki, Allah-ı ZülCelal Hazretleri, Fahr-ı Kâinat Efendimiz’e (A.S.M.) vaadettiği muzafferiyeti tebşir sadedinde Kur’an-ı Azim-üş Şan’ın kalbi olan sure-i Yasin’de, birçok hakikatlere işaret eden, mühim bir misal ve bir ders-i ibret olmak üzere, eshab-ı karyeyi yani, o günkü Antakya ahalisini nazar-ı mütalaamıza arzetmiştir.
Malumunuz olduğu üzere, meşhur hadisenin hülasası şöyledir:
Allah-ı Zül-Celal Hazretleri, Antakyadaki putperestliği bertaraf etmek için, Hz. İsa (A.S.) dinini tebliğe vazifeli iki resul gönderdi. Bu zatlar, putperestlerce tahkir ve tekzib edilince -mintarafillah- üçüncü bir resul ile taziz ve takviye edildiler. Netice itibariyle, o memleket ahalisi, bu zatların vesilesiyle maddi ve manevî hayata, saâdete, selâmete mazhar olmalariyle birlikte, putperest Romalıların tasallutundan da Cebrail’in onları söndürüp mahveden bir sayhasiyle halâs olup fevz ü necat buldular.
Müfessir-i izam Efendilerimizden bazılarının beyan ettiği, bu ayet-i kerîmenin Risalet-i Muhammediyenin (A.S.M.) şan-ı izzetim sarih diyecek kadar bir işaretle gösteren latif bir hakikatini, nazar-ı mütalaanıza arzetmekten âcizane fayda mülahaza ediyorum:
Derler ki: O iki resulün, kendi ümmetleri tarafından şiddetle tekzip edilen Musa ve İsa (A.S.)’a da şümulü vardır. Üçüncüsü ise, onların dinlerini tamamlamak üzere taziz ve takviye için gönderilen hatem-ül Enbiya ve Fahr-ı cihân Efendimizdir. Yani, İsa ve Musa (A.S.) dinleri karşısında, putperestlik nasıl yıkıldıysa; İslamiyetin karşısında da küfrün şahs-ı manevisini temsil eden birçok devletler sukut etti ve edecek, Din-i hak onlara galip olacaktır.
Evet, Müslümanlar on dört asırdan beri fertleri, mücahidleri, müctehidleri, müceddidleri hasılı devletleriyle mezkûr işaretin hakikatini -Kur’an-ı Azimü’ş-Şan’ı afak-ı âleme tebliğ ile tebellür ettirmişlerdir. Yaşamışlar, yaşatmışlar ve “Feazzezna bisalisin” ayet-i kerimesine Resul-ü Zişan Efendimiz’in tam mazhariyetini bihakkın gösterip ilan etmişlerdir.
Bu ayet-i kerimenin böyle lâtif ve zarif mânâ ve şümulü işaretleri içine dercetmesi ve bu noktadan asrımıza da bir hisse vermesi ihâta-i i’cazının muktezasındandır diye düşünürken hatırıma şöyle bir hakikat sünuh etti:
Malumunuz olduğu üzere, yüzlerce seneden beri bu milletin mukaddesat, maneviyat, ahlak, iffet ve şecaat, şeref ve haysiyetinin kayyumu olan medrese ve zaviyeler, malum inkılap ile münderis oldular. Risalet-i Muhammediye’nin (A.S.M.) nuru söndürülmek istendi. Bu zulumat karşısında Nur-u Muhammediye’nin (A.S.M.) devamı için, medrese ve zaviyelerin bedeline, Cenab-ı Hak Teâlâ Hazretleri, sırf kendi lütuf ve kereminden, Hakîm ve Rahim ism-i Celiline mazhar Bediüzzaman gibi bir zatın vesilesiyle, marifet ve hakikatler manzumesi olan Risale-i Nur Külliyatını bu asrın imdadına gönderdi. Yani, Cenab-ı Hakk’ın, medrese ve zaviyeler gibi iki müesseseyle bu millete bahşettiği imani ve Kur’anî hakikatleri, asrımızda Risale-i Nur gibi üçüncü bir mektebin keskin hüccet ve bürhanlarıyle -materyalist felsefenin rağmına- taziz ve takviye etti. Ve “Feazzezna bi salisin” sırrının bu asra bakan veçhesi de Bediüzzaman ve Risale-i Nur Talebelerinde zahir oldu. Bu telakkim bana ait bir hüsnüzandır.
Muhterem Efendim,
Memleketiniz için bâis-i şeref olan ve şehamet-i iman sahibi Habib-i Neccar gibi, bir recul-ü kâmili ve bir ferd-i feridi temsilen Risale-i Nur’un muhtevi bulunduğu ilahî hakikat ve rabbani marifetleri ma-i hayat ve şarab-ı Cennet gibi o vatan ahalisine içiriniz. Veya bütün menfi cereyanlar bedeline bir mah-i taban gibi Antakya’nın afak ve aktarında o nurları cilvelendiriniz. O memleket ehlinin kalp ve vicdanlarını cilalandırınız, faziletlendiriniz, menfaatlendiriniz, mesrur ediniz. Böylece Antakya’nın maddî ve manevî terakki ve tealisine vesile olmanızı Cenab-ı Feyyaz-ı Mutlaktan niyaz ederim. Artık zülumata bedel nur, hissiyata bedel akıl ve hikmet hükmedecektir. Hidayet galip, dalalet mağlup olacaktır. Mehdiyet hâkim, deccaliyet mahkûm olup neticede hayır şerre, sıdk kizbe, iman küfre galip gelecektir.
Biiznillah Antakya’nın halâs ve salâhı Türkiye’nin ve bu milletin halas ve salâhı da âlem-i İslâm’ın necat ve salahına vesile olur kanaatindeyim. Çünkü devr-i Nur geldi, devr-i zülumat kapanacak. Mehdiyet geldi, deccaliyet gidecektir. Evet, çağ Mehdiyet çağıdır, yeis ve ümitsizliğe mahal yoktur. Vesselam.
Başta Zat-ı Âlinize, Ali Hoca Efendiye, diğer kardeşlere selam ve hürmetler ederim.
25 Ekim 1979
Mehmed KIRKINCI