Pürhulus ve Pürhimmet Nâzım Kardeşim
Kemal-i ihlâs ve sadakatla birlikte, asar-ı zerafet ve nezafetinizi derhatır ettiren iltifatnamenizi aldım. Münderacatında, gayet haşyetli ve haşyetinden ziyade hayat bahşeden vecd-aver, beşaretli bir rüyanızı yazıyorsunuz.
Allah hayır etsin. Nur’un davasına ait çok zamandan beri ruhunuzda dönüp deveran eden ihtizazlı perdeler âlem-i nevmde sizlere açılmış. Cidden şayan-ı ehemmiyete haiz, pek râna bir hikmet ve azim bir rahmetin cilvesini taşıyan rüyanız, marifet ikliminin sultanı ve bu asrın mebusu unvanıyla mevsuf Bediüzzaman Hazretleri’nin, bize emanet ettiği ve mükellefi bulunduğumuz mukaddes ve azim bir dâvanın, şanına lâyık hareketlerde bulunmamıza sarih bir işaretidir. Hatta bir emr-i manevisidir. Bununla beraber rüyanızın her nokta ve nüktesinde münderic olan esrar, işaret ve beşaretlerin izahına seza bir hüsn-ü tabire müstaid olmadığını, kayıt ve ifadeden azadedir.
Fakat tebeyyün ve tahakkuk eden bir hakikat şudur ki; mintarafirrahman, mazhar-ı lütuf ve inayet olan Üstadımız Hazretleri hayatında olduğu gibi, mematında dahi celâldarâne gayret ve şehametiyle, o mukaddes davasında, biiznillahi taalâ mutasarrıf olarak, biz âciz talebelerini manevi tasarruf ve murakabesinde tutuyor. Felillahilhamd, hizmet-i nuriyenin etrafındaki bizlere irşad nokta-i nazarında yol gösteriyor, üstadlığını devam ettiriyor. Demek, Allamü’l-Guyüb olan Allah-ü Taala Hazretleri O’nun ruh-i kudsisine hissettirmiş ve ettiriyor. Haza min fadli Rabbi…
Evet, kalem-i kudret meharet-i ezeliyesi ile hikmetinin cazibedar bir levha-i kemali olarak, Onun cevher-i ruhunun sayfalarında, takdire şayeste enva-i istidadı nakşetmiş ve şayan-ı temâşâ bir vicdanı tanzim ederek O’nu mâna-ı kemâlâtın en engin, rengin ve zengin derinliklerinde gezdirmiştir.
O Bediüzzaman ki, saha-yı irşad ve tenvire yüksek ve söndürülmez bir nur ile çıkmış. Bin barekallah ne kadar âli; ne kadar bereketli bir eserin menba-ı tecellisi olmuş. Elbette böyle fitne ve fesadını, revaç bulduğu bir zamanda davamızın istinadgâhı olan azamî ihlâs, azamî sadakat, azamî ittifak ve azami tesanüdümüz gibi umur-u muazzamadaki noksaniyet ve hatalarımız noktasında tatlı ve mehabetli ve şahametli tavrı ve şefkat-âlud ikaz ve telkinleriyle bizleri irşad etmesi kudsi vazifesinin muktezasıdır.
Hakikaten, fıtrat-ı pâkinizin icabı, bir iştiyak-ı ruhanî ile müştak bulunduğunuz nadirü’l-vücud bulan bir cevherin sima-i garra olan cemalini seyir ve temâşânız ve hem cennet turunçlarından daha leziz ve latif hayattar sohbet ve iltifatlarına muhatab olmanız ve o ahvalin lezzet-i maneviyesini aynen tadıp, zevketmeniz, alem-i nevmde de olsa Cenab-ı Hakk’ın lütuf ve kereminin size azim bir tecellisidir. Tebrik ederim, Barekallah, bu sizin için bir feyzi-i azimdir.
Elbette bir muhabbet aşk derecesine vasıl olunca, tesirini rüya aleminde de gösterir. Cenab-ı Hak ebediyyen nurun feyz-i bîpayanından, cümlemizin vicdan ve hissiyatını şule-i iştiyak ile iş’al buyursun… Âmin.
Şevketmeab Azizim;
Üstad-ı Necibimizin o muallâ kamersima veçhesini, hüzün ve esef bulutları arasında gördüğünüzü ifade ediyorsunuz. Cidden bu haberiniz kalbimin derinliklerinde fevkalâde bir tesir icra etti. Hatta ellerim müjganımın damlalarını sildi desem, hakikatin ifadesi olsa gerektir. Yalnız, Rahmet-i İlahiyeden kaviyyen me’mulumdur ki, Barigâh-ı Ehadiyete sâba rüzgârları gibi bir bâd-ı Rahmet ve lütuf eserek, o şafaksimanın yüzünden esef ve teessür bulutlarını sizin gibi ve büyük Rüstempesendane kahramanların muhabbet, uhuvvet, tesanüd ve ihlâslı gayretleriyle silip süpürecektir. Biiznillahi Teâlâ…
Bilirsiniz ki, çekirdek ve habbeler kendi ağaçlarının evsaf-ı cemilelerini, yani koku ve renklerini tazammun ederler. “Ayineler güneşin elvan-ı sebasını görür ve gösterirler.” sırrınca, Üstadımız da feyz-i irfanıyla kendisine teveccüh eden kalb ve vicdanları tenvir ederek, bir müceddide azami derecede lazım olan ölçü ve düsturları bizzat kendi hayatında fiili olarak teşhir etmekle beraber, manzara-i irfan ve hikmet olan şu malum mektup ve risalelerinde, bizler için gerekli olan gayet kıymettar, elmas-baha düstûr ve kaideleri va’z ve tesbit etmiştir. Bu hakikatların neşr ve tamimini kendisine dava edinen herkes için gerektir ki, bu ulvi düsturları hem kalbine, hem dimağına, hem hissiyatına nakşetsin, hâkk etsin. Hatta hırz-ı can etsin…çerağ-ı hakikati yaksın ve yaktırsın…yansın ve yandırsın…
Cenab-ı Hak, Feyyaz-ı Mutlak, Fettah ismine mazhariyetle bu mânâlara masadak olmak için, istidadımızı fekk etsin, kalbimizi fethetsin, idrakimizi inkişaf ettirsin.
Risalelerinde kemal-i emniyet ve ihtimam ile üzerine durduğu hizmetimizin ruhu hükmünde olan düsturlarından bazılarını bu makamda derdest-i tefekkür ve mülahaza olsun diye Zatınıza takdim ediyorum:
Meselâ, o üssül esaslardan birisi, belki de en birincisi niyet-i halisedir. Niyet-i halise öyle bir iksirdir ki, kömürü elmas, bakırı altın eder. Bu da amal ve harekatında; tefekkür ve hissiyatında dünyevi ve uhrevi her ahvalinde “kûn-u lillah” emrine bihakkın imtisal ile zuhur eden kudsî bir keyfiyettir. İşte üstadımızın emrettiği “medâr-ı necat ve halas” yalnız ve yalnız bu kudsiyete yetişmek ve erişmektir.
Böyle ûlvi ve nezih niyeti taşıyan birinin himmeti niyetinin ulviyetiyle mütenasip olması lâzım gelir. Meselâ : “Alem-i insaniyetin dünya ve ahiret ateşinden fevz-i necat bulması için çarpan bir kalb nerede?… Yalnız nefsî nefsi diye vuran bir kalp nerede?” Niyetin ciddiyeti ise, o niyetin her ahvalde, her an ve her şuunda mukarenet ve beraberliğidir.
Hizmetimize hayat bahşeden ehemmiyetli diğer bir husus ise: Azamî sadakattir. Yani Risale-i Nur’un meşrep ve mesleğinde, münderecat ve muhteviyatında fani olmaktır. Onun ile düşünmek, onun ile görmek, onun ile göstermektir.
Diğer bir rükn-i azim de feragat ve fedakârlıktır. Yani, her türlü meşakkat ve zahmetleri sine-i sadrine çekmekle Haydarane:
“Sine cuşan-ı hamiyet bir yanardağdır gelen…”
mısraına masadak olmaktır. Böyle bir fedakârın dava ve ideali uğruna -meşru çizgide- can ve cananı da dâhil olmak üzere fedâ edemeyeceği bir şey yoktur:
“Beni nefsini kurtarmayı düşünen hodgâm bir adam mı zannediyorlar? Ben, cemiyetin imanını kurtarmak yolunda dünyamı da feda ettim, ahiretimi de.. Seksen küsur senelik bütün hayatımda dünya zevki namına bir şey bilmiyorum.. Kur’anımız yeryüzünde cemaatsız kalırsa cenneti de istemem, orası da bana zindan olur. Milletimizin imanını selamette görürsem, cehennemin alevleri içinde yanmağa razıyım. Çünkü vücudum yanarken gönlüm gül gülistan olur.”
İşte Bediüzzaman’ın ruhunda çağlayan fedakârlık ve feragatin ibretamiz terennümleri…
Bir dava adamını hale gibi kuşatan sıfatlar arasında ruh mesabesinde sayılan en büyük sıfatlardan biri affetmektir. Af büyüklüğün ruhudur. Dava adamı ise büyüktür hem nezihtir, zariftir; çemende şukûfeye, şükûfede rayiha-i tayyibeye benzer, dokundukça misk-ü anber saçar.
Manevi hayatımızda muvazene unsuru olan diğer bir cihet de, havf ve recadır. Dâlalet dalgalarının, istikbâlin kesif zulumatının karanlığında, göğe ser çeken saldırışları arasında; onunla belbele veren rüzgârın sabırşiken tehacümatı karşısında batmadan, boğulmadan, ıslanmadan, yıkılmadan, yılmadan kemalat ufkunun müstakim burçların zafer sancağını bu muvazene ile diken abd-i aziz için en ehem ve keskin amil, havf ve recâdır.
Dava adamı, cihad-ı ekberinde muvaffak olmayı hayatının temel esası olarak kabul eder.
Hem kavli ile ameli arasında ittisal ve münasebeti bir rükn-i azim addeder.
Hem, davasına teşvik, tervic ve terğibten ziyade hakikatin ipi ile bağlıdır.
Hem, problem değil, problemleri çözen ve halledendir.
Dava adamı, katiyyen davasından taviz vermez, velev ki “bir eline güneşi, bir eline ayı koysalar”.
Hem, şefkat ve merhamette güneş gibidir.
Hem, şecaat ve celadette ise haydarâne ve müsbet hareketle kılıcını cehaletin, ahlâksızlığın, imansızlığın ve anarşizmin başına vurandır.
Hem, zamanın ahvaline ve istikbalin ne getireceğine arif olandır.
Elhasıl, O, müşaverede, temkin ve tedbirde nümune-i imtisaldir. Bu meziyetlere masadak olması dava ve mesleğimizin icabı olduğu gibi hikmet ve aklın da muktezasıdır.
Evvela, Rahmet-i İlahiyeye müsteniden, saniyen, bu hakikatlere itimaden diyorum ki: Hiç şüphe yok ki, İstikbal devr-i Nur ve devr-i tebessümdür. Bilutfihi Taâla, beklenilen yevm-i mesud gelecektir. Asrımızın her bir günü bir iyd-i SAİD ve her bir gecesi o İydin neşesi ile mesud ve mesrur olacaktır, vesselâm…
Aziz cemaatınıza ve bahusus zatınıza selâm eder, Cenab-ı Hak’dan hizmet-i Nuriyenizde muvaffakiyetler intizar ederim.
28 Eylül 1978
Mehmed KIRKINCI