Alevilik Nedir?

Bazıları tarafından, “Kur’ân-ı Kerîm, Hz. Ali (RA)’a gönderildiği hâlde Cebrail (a.s.) Onu Muhammed’e (SAV) getirdi.” diye iddia ediliyor. Bu hususta ne diyorsunuz?

Bu iddia da diğerleri gibi Yahudilerden kaynaklanmaktadır. Nitekim Asr-ı Saâdet’te bazı Yahudiler, sırf Kur’ân-ı Kerîm’i Cebrail (A.S.) getirdiği için iman etmemişler ve bizzat Resûlüllah Efendimize,

“Cebrail bizim düşmanımızdır. Eğer sana gelen Mikâil olsaydı iman ederdik.”

demişlerdir. Yâni, mes’elenin temelinde Yahudilerin Cebrail’e (A.S.) düşmanlığı yatmaktadır.

 Evvelâ, şunu ifâde edelim ki, aşağıda mealini vereceğimiz âyet-i kerîme, bu ve benzeri safsatalara imkân bırakmayacak kadar açıktır:

 “İman eden, sâlih amel işleyen, Muhammed’e indirileneki o Rablerinden gelen bir haktır, iman eden kimselerin de günahlarını kefaretlendirmiş, hâllerini ıslâh etmiştir.” (Muhammed, 47/2)

 Bu âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerîm’i Resûl-i Ekrem Efendimize indirdiğini, mü’minlerin O’na ve O’na indirilene iman etmeleri gerektiğini, hak ve hakikatin ancak Kur’an’da olduğunu beyan buyurmuştur.

 Âyet-i Kerîmenin bu açık beyanı karşısında değil aklın, hiçbir vehmin dahi şüphe ve tereddüde düşmemesi gerekir.

 Bununla beraber az da olsa, bazı safdil insanların bu vehme kapılmaları dolayısıyla meseleyi kısaca tahlil etmekte fayda görüyoruz.

 Yukarıdaki yersiz iddia için iki ihtimal düşünülebilir: Birisi, Cebrail’in (A.S.) bu işi kasten, diğeri ise, aldanarak yaptığıdır.

 Vahiy, Hz.Ali’ye (RA) gelmişken, Cebrail’in (A.S.) onu, kasten Hz.Muhammed’e (SAV) getirdiğini iddia edenler, nefsin daima yanlış yola sevkettiği ve şeytanın sürekli yanıltabildiği insan nev’i ile şeytana kapılmaktan müberrâ melek nev’ini yanlış bir kıyas ile birbirine karıştırmaktadırlar.

 İnsan nev’inde, elçilerin, bazan padişahlarını aldattıkları ve onların fermanlarını hile ile değiştirdikleri bir vakıadır. Cebrail’in (A.S.) ilâhî elçiliğini böyle bir elçiliğe benzetmek hem Allah’ı (C) hem de Cebrail’i (A.S.) bilmemektir.

 Malumdur ki, melekler de peygamberler gibi ismet sıfatı ile muttasıftırlar. Yâni, onlar yaratılışları itibariyle günahtan münezzehtirler. Şerre kabiliyetleri yoktur; Allah’a isyan etmeleri imkânsızdır. Nitekim, onlar hakkında,

“Meleklerin hiçbir cihetle hilâf-ı emir hareketleri yoktur. Hâlis bir ubudiyetten başka hiçbir icad, hiçbir müdahale, hattâ izinsiz şefaatları dahi olmaz,”  buyurulmuştur.

 Bilindiği gibi dört büyük melek vardır ve Cebrail (A.S.) bunlardan biridir. Bütün melekler hakkında muhal olan isyan ve günah, Cibrîl-i Emin hakkında hiç düşünülmez.

 Cenâb-ı Hak, Tekvir sûresinde Cebrail’i (A.S.) şöyle tavsif buyurmaktadır:

“Muhakkak o (Kur’an) çok şerefli bir Resulün (getirdiği) Kelâmdır. Azim bir kudrete mâliktir. Arş’ın sahibi (olan Allah) nezdinde çok itibarlıdır. O kendisine itaat olunandır. (Melâike-i mukarrebin O’na itaat ederler.) O emîndir.” (Tekvir, 81/19-21)

 Âyet-i Kerîmedeki resulden murad, Ruhu’l-Kudüs, Rûhu’l-Emîn olan Cebrail’dir. (A.S.) Bütün melâike ve mukarrebin Cenâb-ı Hakk’ın huzurunda O’na itaat eder ve emrini dinlerler. Zira O, Melâikelerin Resulü ve Sultanı’dır. İlâhî emirleri bütün Peygamberlere O getirdiği gibi, emrine verilen melâikelere de yine O tebliğ eder.

 Görüldüğü gibi, Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerîm’inde Cebrail’i (A.S.) medh ü sena ediyor, tezkiye ediyor ve O’na Rûhu’l-Emin, Rûhu’l-Kudüs diyor. Zerre kadar aklı olan bir insan, bu ilâhî haberi ve tezkiyeyi bir kenara bırakıp, vehim ve hayâl mahsulü bir itikada kapılmaz, ona itibar etmez.

 Böyle bir inanç kabul edildiği takdirde şöyle bir safsata ortaya çıkar:

Peygamberleri Allah-ü Azîmüşşân değil de -hâşâ -Cebrail (A.S.) tayin etmiş olur. Bu takdirde Cebrail (A.S.) Allah’ın mahlûku, elçisi olduğu hâlde, O’nun arzusu ve iradesi Cenâb-ı Hakk’ın arzu ve iradesinin fevkine çıkmış olmaz mı?

 Cebrail’e (A.S.) O’nun şanına yakışmayan bu iftirayı yapanlara karşı Cenâb-ı Hak, sûre-i Bakara’da şöyle bir tehditte bulunmaktadır :

 “Kim Allah’ın meleklerine, peygamberlerine, Cebrail’e, Mikâiie düşman olur ise, şüphesiz Allah o kâfirlerin düşmanıdır.” (Bakara, 2/68)

 Görüldüğü gibi, âyet-i kerimede, Cenâb-ı Hak, meleklere ve peygamberlere düşmanlığı, kendisine düşmanlık olarak kabul etmekte ve kendisinin de o kâfirlerin düşmanı olduğunu ilân etmektedir.

 Hz.Cebrail’in bu işi kasten değil de yanılarak, yâni Peygamberimizi, Hz. Ali’ye benzeterek yaptığı ihtimaline gelince, böyle bir ihtimal de tasavvur olunamaz.

 Cebrail (A.S.) bir anda binler yıldızda bulunup, binler melâike-i kirâma Cenâb-ı Hakk’ın emirlerini unutmadan, şaşırmadan, karıştırmadan tebliğ eden, Allah’ın mükerrem bir elçisidir. O’nun ilmi insanlarınki gibi kesbî değil, vehbîdir. Kendisi yaratılıştan kâmildir. Bu mükemmel yaratılışı sayesindedir ki, Dıhye isimli sahâbe-i kirâmın timsâlinde huzur-u Nebevi’de vahyi tebliğ ederken, aynı anda haşmetli kanatlarıyla Arş-ı A’zam’da secde edebilmekte ve yine o anda binlerce yıldızda bulunup ayrı ayrı emirleri hadsiz meleklere tebliğ edebilmektedir. Allah’ın böyle bir elçisine unutma, şaşırma, yanılma isnad etmek aklen muhaldir. Böyle bir isnad her şeyden önce Cenâb-ı Hakk’ı bilmemek demektir. Elbette her şeyi en güzel surette yaratan Cenâb-ı Hakk’ın, kendisine, noksan ve kusurlu bir elçi yarattığı düşünülemez.

 Hem Kur’ân-ı Azimüşşân, bir defada değil, yirmi üç sene zarfında âyet âyet, sûre sûre inzal edilmiştir. Cebrail’in (A.S.) böyle bir hata yaptığı (hâşâ) bir an için düşünülse bile Cenâb-ı Hak kendisini ikaz ve hatasını tashih ederdi. Farz-ı muhal olarak Cebrail’in (A.S.) yanılabildiği kabul edildiği takdirde, O’nun geçmiş peygamberlere getirdiği âyetlere de şüpheyle bakmak icab eder. Bu ise, emsalsiz bir cinayettir.

 Kaldı ki, Cebrail (A.S.) Muhammed’i (SAV) ilk defa vahiy tebliğ ederken görmüş değildi. Doğumundan itibaren O’nunla alâkadar olmaya başlamış ve bu alâkası, nezâreti, hizmeti ve muhafazası, çocukluk ve gençlik yıllarında da aralıksız devam etmişti. Yâni, vahiy gelmeden önce de Resûlüllah Efendimiz, daima O’nun nezâret ve murakabesi altındaydı.

 Son olarak şu noktayı da nazara vermek lâzımdır:

Peygamber Efendimize vahiy geldiğinde, Hz. Ali Efendimiz on yaşlarındaydı. Peygamberimiz ile Hz.Ali’yi değil Cebrail’in, en akılsız bir kimsenin dahi birbirilerine benzetmesi düşünülemezdi.

 Bu açık hakikate rağmen, bin dört yüz seneden beri bazı kimselerin nasıl olup da bu safsataya inandıkları ve bu hurafenin arkasından gittiklerini anlamak mümkün değildir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu