Alevilik Nedir?

Hazret-i Ebûbekir (RA)’in Fazileti

Hz. Ebûbekir (RA), Resûlüllah Efendimizin (SAV) birinci halifesidir. Asıl ismi Abdullah’dır. Câhiliye devrinde bile mümtaz bir şahsiyete sahipti. Muhitinin en itibarlı insanlarındandı. Tek sevmediği şey putperestlikti. İffetliydi, o zamanlarda bile fuhuş ve behimi arzulara itibar etmeyen bir karakter taşıyordu. Ekser insanlar, müşkillerini ona çözdürürlerdi. Müdebbir ve hakîmdi; merkezî bir şahsiyetti. Şefkati itibariyle de müstesna idi. Nübüvvetten evvel ezelî ve ebedî bir nûr ve hakikatin taharrisinde idi. Bu hakikati idrâk edecek bir şuur ve kabul edecek bir fıtrat taşıyordu. Aradığı ezelî esrarın anahtarlarının Peygamberimizde olabileceğini hissetmişti. Hissettiğini bekledi ve buldu.

 Risalet-i Muhammediye’yi ilk defa o tasdik etti. İlk Müslüman olma şerefini O aldı. İslâmiyet’te, ikinci adam oldu. Artık O her zaman ikinciydi. Sevr mağarasında da ikinciydi; hicrette de ikinciydi, sadakatta, ihlâsta, fedakârlıkta, ferağatta da ikinciydi. Hayatından da, mematından da O hep ikinciliği muhafaza etti.

 Hz. Ebûbekir Efendimiz (RA) bütün harblerde Peygamber Efendimiz (SAV) ile beraber bulunmuş ve O’nun yanında savaşarak bütün gücüyle O’nun (SAV) muhafazasına çalışmıştı.

 Hz. Ebûbekir’in (RA) faziletleri sayılamayacak kadar çoktur, desek mübalâğa etmiş olmayız. Makam münasebetiyle bunlardan sadece birkaçını nazara vermekle iktifa edeceğiz.

1) Hz. Ebûbekir’in (RA) en mümtaz vasfı Allah’a bağlılık, marifet, muhabbet, teslim ve tevekkül gibi seciyelerde sair sahâbelerin fevkinde olmasıdır. Bu hususu Peygamber Efendimiz (SAV) şöyle ifâde buyurmuşlardır:

“Ebûbekir’in imanı, bütün mü’minlerin imanlarının hepsi ile tartılsa, Ebûbekir’in imanı ağır gelir.”

İmam-ı Gazali Hazretleri İhyâ-u Ulûm’unda bu hadîs-i şerifi te’yid eden bir başka hadîs daha zikreder:

“Ebûbekir sizin üzerinize namaz, oruç çokluğuyla üstün kılınmadı. Ancak kalbindeki marifetullah ile sizden üstün kılındı.”

 En büyük bir kemâl, en büyük bir fazilet olan bu iman üstünlüğünün keyfiyetini bizler lâyıkıncı kavrayamıyoruz. Ancak ilim, ibadet, güzel ahlâk, adalet gibi kendi takdir sahamıza giren ve eserlerini müşahede ettiğimiz faziletlere bakıp hüküm veriyoruz.

 O’na Sıddîk ünvanını kazandıran da yine bu üstün imanı idi. Şöyle ki:

Resûlüllah Efendimiz (SAV) mi’râcdan teşrif ettiklerinde, müşrikler bu hâdiseyi kabul etmediler ve kendi akıllarınca büyük bir delil bulduklarını zannederek, derhal Hz. Ebûbekir Efendimizin yanına koştular.

“İşittin mi?” dediler. “Muhammed şimdi ne söylüyor? Mi’râca çıktığından, bütün mahlûkatı gerilerde bırakarak Kavseyn makamına erdiğinden ve Allah ile bizzat görüştüğünden bahsediyor.”

Bu sözler karşısında Hz. Ebûbekir (RA) kendilerine şu soruyu sordu:

Bunu Hz. Muhammed (SAV) mi söylüyor?

– Evet, dediler.

Öyle ise doğrudur. Ondan yalan sâdır olmaz, buyurdular.

 İşte, zahirde bir tek cümle gibi görünen bu hüküm, hakikatta Allah ve Resulüne karşı sonsuz bir imanın tercümanı olmuş ve bu hâdise üzerine kendisi Sıddîk unvanına kavuşmuştur.

Hz. Ebûbekir Efendimizin bir diğer lâkabı da Atik idi. Bir gün, Efendimiz Hazretleri, Hz. Ebûbekir’in (RA) yüzüne muhabbetle bakmış ve: “Bu cehennem ateşinden âzad olmuştur.” buyurmuşlardı. Kendisine Atik lâkabı bu hâdise üzerine verilmişti.

 2) O’nun en büyük bir fazileti de hakkında birçok âyetlerin nazil olmasıdır. Yâni, O’nun faziletlerini Azîz ve Celîl olan Allah (c) âyetleriyle bizzat ifâde buyurmuş ve kendisini şereflendirmiş ve izzetlendirmiştir. Bu âyet-i kerimelerden üçünü meâlen aşağıda takdim ediyoruz.

 Hz.Ali Efendimiz (RA) yemin ederek:

“Sıdkı getirene ve O’nu tasdik edenlere gelince, işte onlar takvaya erenlerin tâ kendileridir.” (Zümer, 39/33)

âyet-i kerimesinin Hz. Ebûbekir hakkında nazil olduğunu söylemiştir.

 Yine, Said İbn-i Cübeyr (RA) de:

“Ey iman edenler, Allah’dan korkunuz ve sâdıklarla beraber olunuz.” (Tevbe, 9/119)

âyet-i kerimesinin Hz.Sıddîk ve Hz.Ömer hakkında nazil olduğunu beyan etmiş ve “Çünkü hakiki sıddîklar bunlardır.” buyurmuştur.

“Kim, Allah ve Peygamberine itaat ederse onlar Allah’ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerle, sıddîklarla; şehidlerle, sâlihlerle (sâlih kullarla) beraberdirler.” (Nisa, 4/69)

âyet-i kerîmesinde sıddîklar buyurulmakla, Hz. Ebûbekir Efendimize, şehidler buyurulmakla da diğer üç çâr-yâr efendilerimize işaret edildiği belirtilmiştir.

 3) Hz. Ebûbekir’in (RA) mümtaz vasıflarından birisi de Resûl-i Ekrem Efendimizin, vahyi ilk defa O’na tebliğ etmesi ve kendisinin erkekler içerisinde ilk Müslüman olmasıdır. Bu hususta Hz.Ali (RA) Efendimiz şöyle buyurur:

“İslâm’ı en evvel kabul eden Ebûbekir’dir. Hz.Resûlüllah’la kıbleye karşı ilk namaz kılan O’dur.”

 4) Hz. Ebûbekir (RA) birçok sahâbenin de hidâyetine vesile olmuştur. İmam-ı Begavî Tefsirinde, Lokman sûresinin 15. âyet-i kerimesinde, “Bana yönelenin yolunu tut” buyurulmakla, Hz. Ebûbekir’in kasdedildiğini beyan ederek şöyle demiştir:

 “Bunun izahı şudur ki, Hz. Ebûbekir (RA) İslâm’a girdi. Hz.Osman, Talha, Zübeyr, Saad İbn-i Ebî Vakkas, Abdurrahman bin Avf (RA) birlikte Hz. Ebûbekir’in yanına geldiler. Dediler ki, ‘Sen Muhammed’in peygamberliğine inandın ve tasdik ettin mi?’ Hz. Ebûbekir de, ‘Amenna ve saddaknâ inandım ve tasdik ettim; O doğru sözlü bir peygamberdir. Siz de O’na iman ediniz.’ diyerek hepsini Resûlüllah’ın (SAV) huzuruna götürdü. Hepsi de iman ettiler.”

 Dikkate şayandır ki, bu zâtların beşi de bilâhare Cennet’le müjdelenmişlerdir. Yani, Aşere-i Mübeşşere dediğimiz, Cennet’le müjdelenen on sahâbeden beşi Hz. Ebûbekir vasıtasıyla İslâm’a kavuşmuşlardır. Hz. Ebûbekir, kendisi de Aşere-i Mübeşşere’dendir[1].

 5) Hz. Ebûbekir’in (RA) en büyük meziyetlerinden birisi de, servetiyle İslâm’a en fazla hizmet eden kişi olmasıdır. İmam-i Begavî, Mesabih adlı kitapta Resûl-i Ekrem’den (SAV) şu hadîs-i şerifi nakleder:

 “Bize her nimet verene, iyilik edene mükâfatını verdik. Ancak Ebûbekir’in iyiliğinin ikramının karşılığını veremedik. O’na Cenâb-ı Hak Hazretleri kıyamette ikrâmda bulanacak, mükâfatını verecektir. Bana Ebûbekir’in malının verdiği faide gibi, hiç kimsenin malının faidesi olmadı. Eğer dost edinseydim Ebübekir’i dost edinirdim. Fakat ben Allah’ın dostuyum. Ebûbekir benim kardeşimdir.”

 6) Hz. Ebûbekir’in (RA) mazhar olduğu en büyük bir lütuf da kendisinin hicrette Resûl-i Zişan Efendimize arkadaş olmasıdır. Bu arkadaşlık izn-i ilâhî ile gerçekleşmiştir. Ashâb-ı kirâmdan rivayet edildiğine göre, Hz. Ebûbekir (RA) Medine’ye hicret için hazırlandığı bir zamanda, Resûlüllah Efendimiz (SAV) kendisine:

 “Ya Ebâbekir, biraz sabret, belki benim hicretim için de bir izn-i ilâhî ola.” buyurmuştu. Az zaman sonra Resûlüllah Efendimiz, İlâhî iznin geldiğini haber verdi ve böylece birlikte hicret ettiler.

 O gün için Resûl-i Ekrem Efendimizin hizmetinde nice güzide sahâbeler ve çok yakın arkrabaları bulunduğu halde, Hazret-i Sıddîk’ı tercih etmesi ve İlâhî iznin de bu yolda olması, O’nun ne derece makbul ve ne derece sadık bir zât olduğunu aşikâre göstermektedir.

 Hicret sırasında, mağarada bir gece birlikte kalmaları ve o süre içinde nice feyizlere, nurlara kavuşması ve o tehlikeli zamanda Resûl-i Ekrem Efendimizin O’nun kucağında uyuması, huzur bulması da, mes’elenin diğer mühim bir yönüdür.

 Müşrikler mağaranın kapısına doğru yaklaştıklarında Hz. Ebûbekir (RA) çok telâşa kapılmış ve endişesini Peygamber Efendimize (SAV) şöyle ifâde etmişti:

 “Yâ Resûlâllah, ben öldürülsem nihayet bir insanım, ama buna sen musab olursan Allah’ın dini gitti demektir.” O’nun sırf İslâm’ın istikbâli için gösterdiği bu candan teessür, Tevbe sûresinin 40.âyet-i kerimesinde zikredilmiş ve Hz.Ebhubekir bu âyette “İkinin ikincisi” diye tavsif edilerek, Peygamberimizin (SAV) kendisini teselli etmesi de şöyle beyan buyurulmuştur:

 “Peygamber o vakit arkadaşına, ‘Mahzun olma, Allah bizimle beraberdir.’ diyordu. Allah O’nun (arkadaşının) üzerine (kalbine) sekinetini (kuvve-i maneviyesini) indirmiş, O’nu (Habibini) görmediğin ordularla te’yid etmiş, kâfirlerin kelimesini (küfürlerini) alçaltmıştı.”

 Bu âyette Cenâb-ı Hak, hıfz ve himayesinin, lütuf ve inayetinin, Hz. Ebûbekir’le beraber olduğunu açıkça beyan buyurmuştur.

 Bir zât ki, Allah-ü Teâlâ onunla beraber olursa, artık onun için bundan daha büyük bir mertebe, bir devlet, bir şeref, bir makam nasıl tahayyül olunabilir? Evet, bu ne büyük bir izzettir. Resûl-i Kibriya Efendimizle (SAV) Hazret-i Sıddîk (RA) ölüm tehlikesiyle karşı karşıya kaldıkları bir zamanda, Allahü Teâlâ onlarla beraber olduğunu haber veriyor ve onları muhafaza buyuruyor.

 Bu büyük şerefi Hz.Ömer (RA) şöyle dile getirmişti:

 “Hz. Ebûbekir’in bir gecelik veya bir saatlik ameline karşılık, bütün ömrüm boyunca yaptığım ibadetimi değiştirdim.” Kendisine:

 “Ey mü’minierin emiri, Hz. Ebûbekir’in bir gecelik ameli ne idi?” diye sorulduğunda, buyurdular ki:

 “Resûl-i Ekrem’le Mekke’den Medine’ye birlikte hicret ettiler. Mağarada üç gün kaldılar. Hicrette, Hz.Muhammed Mustafa’ya (SAV) arkadaş olmak ve O’na hizmet etmek için emrolundu. Kendisinin Allah nazarında üstün derecesi olmasaydı, bütün ashâb arasında bu mühim vazifeye seçilmezdi. Bundan daha büyük devlet kimseye müyesser olmadı. Bu devlet ne O’ndan evvel ne de O’ndan sonra kimseye verilmemiştir.”

“Hz. Ebûbekir’in bir saatlik ameline gelince, Peygamber Efendimiz (SAV)  âhirete teşrif buyurduklarında, insanların birçoğu dinlerinden dönmüşlerdi. Ben Hz. Ebûbekir’e varıp, ‘bu mürtedlere birkaç gün mühlet versek nasıl olur?’ demiştim. Cevabında, ‘Ey Ömer, bu din kuvvetleşip tamamlanmıştır. Bilhassa Cenâb-ı Hak, ‘Bugün ben sizin dininizi kemâle erdirdim, üzerinizdeki nimetlerimi tamamladım,’ buyurmuştur, diyerek derhal atına bindi, mürtedlerin üzerilerine kahramanca yürüdü, o irtica ve irtidat hareketini dehşetli bir mağlûbiyete uğrattı.”[2]

 7) Resûlüllah Efendimizin (SAV) rahatsızlığı sırasında Hz. Ebûbekir (RA) on yedi vakit imamet etmişti. Bir defasında Resûlüllah Efendimiz (SAV) de kendisine uymuşlar ve böylece, kendisinden sonra  kime uyacaklarını ashâb-ı kirâma işaret buyurmuşlardı. Bununla beraber mes’ele sadece işaret plânında kalmış değildir. Mesâbîh-i Şerîfde zikredildiğine göre, Hz.Âişe‘den şöyle bir rivayet yardır:

 “Resûlüllah hastalandığında bana, ‘Ey Âişe, bana baban Ebûbekir’i çağır. Bir vasiyet yazdırayım. Zira benden sonra birisinin çıkıp, ben hilâfete daha lâyıkım diyeceğinden endişe ediyorum. Halbuki, Cenâb-ı Hak ve mü’minler, Ebûbekir’den başkasının halife olmasından çekinir, arzu etmezler’ buyurdu.”

 Bir başka hadîs-i şeriflerinde de Resûlüllah Efendimiz (SAV):

“Benden sonra, Ebûbekir’e, Ömer’e tâbi olunuz, onlar benim yanımda, vücutta baş gibidirler.” buyurmuşlardır.


[1] Cennet’le müjdelenen bu on mümtaz sahâbe şunlardır: Hz. Ebûbekir, Hz.Ömer, Hz.Osman, Hz.Ali, Hz.Talha, Hz.Zübeyir, Hz.Sa’d ibn-î Ebî Vakkas, Hz.Abdurrahman Bin Avf, Hz.Ubeyde bin Cerrah ve Hz.Said bi’n Zeyd (Radiyallahü Anhüm)

[2] Asr-ı Saâdet’te müşrikler İslâmiyet’in inkişafını engellemek için her türlü teşebbüslerde bulunmuşlar, fakat Müslümanların çelikten iradeleri ve metin imanları karşısında mağlûb düşerek inkıraza uğramışlardı. Artık Peygamberimize karşı yapacak bir şeyleri kalmadığı için, kendi köşelerine çekilerek fırsat kollamaya başlamışlardı. Resûlüllah Efendimizin (SAV) hayatında bekledikleri fırsatı bulamayan bu İslâm düşmanları ve münafıklar, O’nun âhirete irtihâli üzerine dehşetli bir plân ile yeniden ortaya çıktılar. “Biz namazımızı kılar, orucumuzu tutarız, fakat zekâtımızı vermeyiz” dediler. Halifeyi tanımayacaklarını açıkça ilân ederek, “Resûl-i Ekrem, peygamberlik selâhiyetiyle topladıkları zekâtları münasip yerlere veriyordu. Ebûbekir bizden ne hakla ve hangi sıfatla zekât istiyor,” itirazda bulundular. Maddeye düşkün birtakım insanları böylece avlayacaklarını tahmin etmişlerdi. Diğer taraftan bâzı insanları da dindeki hususiyetlerinden yakalamayı plânlayarak, çeşitli muhit ve kabilelerde yalancı peygamberler ihdas etme yoluna gittiler. Bu plânlar kısa zamanda te’sirini gösterdi. Bu fitne bir veba salgını gibi birçok muhitleri kuşattı, islâm binası çökme tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştı.

İşte bu dehşetli vaziyet karşısında Sıddîk-ı Ekber eğilmeyen bir irade, kırılmayan bir azim ve sarsılmayan bir celâdet ve cesaretle ortaya atıldı. Hatta Hz.Ömer’in “mürtedlere birkaç gün mühlet verme” talebini de şiddetle reddederek derhal atına bindi ve dinden, rücû eden mürtecilerin ve mürtedlerin üzerine kahramancasına yürüdü. Bu hâli gören bütün sahâbeler, yeniden cesarete geldiler ve Sıddîk-ı Ekber’in peşinden giderek mütrtedlerin üzerine yürüdüler ve onları hezimete uğratarak İslâm birliğini yeniden te’sis ve tahkime muvaffak oldular.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu