Mektuplar, Sohbetler, Sorular ve CevaplarMuhtelif Soru-Cevaplar

Edille-i şer’îyye / şer’i deliller, yani dinin temel unsurları nelerdir, izah eder misiniz?

Şer’i delillerin esası, Allah’ın kitabı ile Peygamberin sünnetidir. Dinimizin başlıca hükümleri bu iki kaynaktan alınmıştır. Peygamberimiz zamanında şer’i hükümler bizzat Peygamberimiz’den alınır, öğrenilirdi. Edille-i şeriyyenin birincisi olan âyetler indikten sonra, bu âyetler bizzat Peygamber Efendimiz tarafından izah edilirdi. Resûlullâh Efendimizin (a.s.m.) yaptığı bu izahlardan ve içtihatlardan şer’i delillerin ikincisi olan sünnet teşekkül etti.

Peygamberimizin ahirete teşrifinden sonra meydana gelen yeni hadislerden dolayı icmâ ve kıyas gibi iki delile daha ihtiyaç söz konusu oldu. Evet zamanın yenilenmesi ile olayların farklılaşması bu ihtiyacı zorunlu kıldı. Nitekim bir hüküm eğer Kitap’ta açıkça mevcut ise onunla amel olunur. Kitap’ta yoksa sünnete müracaat edilir. Orada da bulunmazsa icma ve kıyasa başvurulur.

1) Kur’an-ı Kerim:

Edille-i Şer’iyyenin birincisi, Kur’an’dır. Kur’an-ı Kerim bütün beşeriyetin rehberi olan İlâhî bir kitap ve ebedî hidâyet kaynağıdır. İnsaniyetin ebedi saadet ve selameti bu kutsi kitabın hükümlerine, emir ve tavsiyelerine uymakla mümkündür. Çünkü İslâm dini, Kur’an ile kemal bulmuştur. İslâm şer’iatının esası ve temeli O’dur. Dine ait genel kurallar O’nda özet hâlinde yer almıştır. Zaman ve mekanın değişmesiyle O’ndaki hükümler değişmez. Ezelden geldiği gibi ebede gidecektir.

Bediüzzaman Hazretlerinin güzel ifadeleriyle Kur’ân-ı Kerim:

“Hitabat-ı ezeliye-i Sübhaniyenin hazinesi, ve şu İslâmiyet âlem-i manevîsinin güneşi, temeli, hendesesi., ve avalim-i uhreviyenin mukaddes haritası ve zât ve sıfat ve esma ve şuun-u İlâhîyenin kavl-i sarihi, tefsir-i vazıhı, bürhan-ı katıı, tercüman-ı satıı. Ve şu âlem-i insaniyetin mürebbisi.. ve insaniyet-i kübra olan İslâmiyetin mâ’ ve ziyası., ve nev-i beşerin hikmet-i hakikiyesi.. ve insaniyeti saadete sevkeden hakikî mürşidi ve hadîsi…” dir.

“İnsanlara hem bir kitab-ı şeriat, hem bir kitab-ı dua, hem bir kitab-ı hikmet, hem bir kitab-ı ubudiyet, hem bir kitab-ı emr ü davet, hem bir kitab-ı zikir, hem bir kitab-ı fikir, hem insanın bütün hacat-ı maneviyesine merci’ olacak çok kitabları tazammun eden tek, cami bir kitab-ı mukaddes..” tir.

Demek oluyor ki, Kur’an-ı Kerim sadece şeriat ve ahkam âyetlerine münhasır değildir. 6666 âyetin sadece 500 tanesi dinî hükümlere aittir. Bu âyetlerde genel kurallar hâlinde ve özet olarak zikredildiği için, şer’i hükümlerin bütün ayrıntılarını ve istikbâlde gelecek yeni hâdiseleri bu âyetlerde açıkça bulmak mümkün değildir. Bu öz hâlindeki âyetlerin açıklanarak beyan edilmesi başta sünnet-i seniyye ve sonra icmâ ve kıyas ile gerçekleşmiştir.

2) Sünnet-i Seniyye:

İslâm dininin Kur’an-ı Kerim’den sonra en büyük temeli hadis-i şerifler ve sünnet-i seniyyedir. Sünnet-i seniyye kuvvetini Kur’an’dan alır ve O’nun birinci tefsiridir. Müçtehitler Kur’an’dan hüküm çıkardıkları gibi hadis-i şeriflerden de şer’i hükümleri çıkarmışlardır. Buna binaen İslâm dininin Kur’an’dan sonra en büyük esas kaynağı sünnet-i seniyyedir.

Sünnet-i Seniyye’yi, ya gafletlerinden yahut ihanetlerinden dolayı şer’î delil kabul etmeyen bazı çevreler, Müslümanların zihinlerini fazlasıyla karıştırdıkları için, bu şer’î delil üzerinde biraz daha geniş olarak durmak gereği ortaya çıkmıştır.

İslâm dini, Kur’an-ı Kerim ve Sünnet-i Seniyye namıyla iki şubeye dayanır. Hâriciler, “Biz Kur’an’dan başkasına bakmayız. O bize yeter.” diyerek Hz. Peygamber’in sünnetini tanımamak istemişlerdir. Yalnız birincisini kabul edipte ikincisinden yüz çevirenler ilk defa Hariciler olmuştur. Hariciler, bunu idraksizliklerinden yapmışlardı. Bir kısım dalkavuk düşmanlar da aynı fikri Müslümanları şüpheye düşürüp İslâmiyeti tahrip etmek niyetiyle yapıyorlar. Bunlar önce Kur’an’a dil uzattılar. Bunu başaramayınca yeni bir entrika çevirerek Peygamberimizin şahsiyyetine çeşitli iftiralarda bulundular. O’nun hayatında güya çeşitli noksanlıklar ve ayıplar bulmaya çalıştılar. Bunda da başarılı olamayınca son çare olarak, “Kur’an bize yeter”, diyerek sünnet-i seniyyenin önemini insanların nazarından düşürmeye gayret ettiler. Bu gibi insanlar,Yüce Allah’ın:

“Muhakkak ki, O zikri (Kur’an’ı) biz indirdik, şüphesiz O’nun hıfzedicisi de biziz.” (Hicr, 15/9)

âyetiyle Kur’an’ı ve onun tefsiri olan sünneti koruyacağından gafildirler.

Hadis-i şerifler ve onların ortaya koyduğu hükümler anlaşılmadan Kur’an’ı anlamak oldukça zordur. Kur’an’ın anlaşılmasında hadis ve sünnete ihtiyaç zorunludur. Çünkü Kur’an; şeriatın hüküm ve kanunlarının, prensip ve metotlarının metnidir. Sünnet ise; O’nun şerh ve izahı konumundadır. Bundan dolayı bir problemin hükmünü bulmada bir müçtehit için izlenecek yol; bu iki müstakim kaynaktan faydalanarak içtihat yapmaktır. Zira umumiyet ifade eden âyetlerin kapsadıkları hükümleri, mutlak olarak zikredilenlerin de kayıtları hadislerle beyan buyurulmuştur.

Kur’an’daki hükümlerin bir kısmı genel, bazıları özel hükümlerdir. Bunlarda ayrıntılara ait açıklamalar yoktur. İşte Kur’an’da geçen bu ayetleri Hz. Peygamber tefsir ve izah etti. Kur’an’da açıkça ifade edilmeyen hükümleri açıkladı. Çünkü Peygamberin vazifesinden biri Kur’an’ı açıklamak ve izah etmekti.

Ebu Hanife: “Sünnet olmasaydı kimse Kur’an’ı anlayamazdı.” demiştir.

Şatıbî, “Sünnet, Kur’an’ı tefsir eder, kim sünneti bilmeden kitaba sarılırsa sünnetten uzaklaştığı gibi Kur’an’dan da uzaklaşır.” der.

Ahmed Emin ise şu beyanda bulunur:

“Anlamı kapalı ya da öz hâlinde birçok âyetler vardır. Resûl’ün sözü ve ameli bunları açıklar. Kur’an’ın özet olarak zikrettiği namazı, Nebi’nin davranışı açıkladığı gibi, onun vakit ve keyfiyetini de açıklamıştır. Kur’an, şarabı haram kılmış, şaraptan kastı ve ölçüsünü hadis beyan etmiştir.”

“Kur’an’ın söz ve anlamı Allah’dan vahiy suretiyle gelmiştir, sünnetin ise lafızları Resule aittir. Sünnet ve hadisler birçok âyeti açıklamıştır.”

Kur’an-ı Kerim’de namazın farz oluşunu ve zekatı emreden birçok emir özet hâlinde zikredilmişlerdir. Bu ibadetlerin nasıl yapılacaklarına dair açıklamalar Kur’an-ı Kerim’de mevcut değildir. Bu açıklama ve detaylara sünnette bulabiliriz.

Peygamber Efendimiz (a.s.m) bir hadisi şeriflerinde “Sallû Kema Raeytumuni üsalli” = “Beni nasıl namaz kılıyor görüyorsanız, öyle kılınız.” buyurmuştur ki, Resûl-i Ekremin (a.s.m.) namaz kılma şekli Kur’an’daki namaz kılma emrinin beyan ve tefsiri demektir.

İmran b. Husayn sünneti kabul etmeyen birisine: “Kur’an’da yatsıyı dört rekat akşamı üç rekat, sabahı iki rekat, öğleyi ve ikindiyi de dörder rekat olarak kılınacağını görebiliyor musun?” deyince adam “Hayır” dedi. İmran ise, bunları nereden aldınız? Bizden almadınız mı? Biz ise onu Resûlullah’dan almadık mı? Kırk koyunda bir koyun zekat vermeyi Kur’an’da bulabiliyor musunuz, deyince adam yine “Hayır” dedi. İmran yine bunları kimden aldınız? Bizden almadınız mı? Biz ise Nebi’den almadık mı, diyerek misalleri çoğalttı. Sonra da

“… Resul size neyi verdiyse onu alınız, size neyi yasakladıysa da o şeyden de kaçınınız.” (Haşr, 59/7) 

âyetini okuyarak “Bilinmeyen birçok şeyi Resûlullah’dan aldık.” dedi.

Eğer sünnet, Kur’an’ı açıklamış olmasaydı, Kur’an sadece teorik bir kitap olarak kalır ve herkesin keyfî yorumuna açık olurdu. Böylece birlikten çok ayrılık ortaya çıkardı. Bu cihet, Kur’an-ı Kerim’de açıktır. İşte bundan dolayı Kur’an’ın sünnete olan ihtiyacı, sünnetin Kur’an’a olan ihtiyacından az değildir.

Demek ki, Kur’an da hadis de vahyin semeresidir. Ancak Kur’an vahyin en yüksek mertebesinde gelmiştir. Çünkü Kur’an’ın hem lafzı, hem manası Allah’dan olduğu için Kur’an birinci derecede ise de Kur’an’ı anlama ve hayata uygulama noktasında hadis ve sünnet-i şerif ön plana çıkmaktadır. Çünkü Kur’an’ın getirdiği öz hâlindeki hakikatleri anlamak ancak sünnetle mümkündür. Bu sebeple hadis ve sünnetin getirdiği hükümlere de sımsıkı sarılmak ve ferdî ve sosyal hayata uygulamak zorunludur. Zira sünnet, kitabın tefsir ve beyanıdır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu