Nükteler

Gizli ve Sinsi Düşmanlarımız

Her bir insan, ruhun padişah, aklın ise vezir olduğu bir memleket hükmündedir. Bu memleketteki maddî ve manevî cihazatın her biri kâinat kadar belki ondan daha kıymettar bulunmaktadır. Meselâ insan, ruhunu bu kâinatla değiştirmediği gibi, aklını da değiştirmez. Aynı şekilde, gözünü değiştirmediği gibi, kulağını da değiştirmez.

Bu mükemmel memleket, bazen çok gizli ve sinsi bazı haricî düşmanların hücumuna uğramakta ve bir tek düşman, bu memlekete çıkarma yapıp bütün ülkeyi müstemleke haline getirebilmektedir. Yani, ondaki umum kıymettar madenleri ve âletleri kendi hesabına işletebilmekte ve bütün duyguları kendine hizmetkâr edebilmektedir.

Meselenin en garip ciheti şudur ki, bu şekilde istilâ edilmiş ve düşmanlar eline geçmiş bulunan memleketin sultanı, acaîb bir morfinle uyuşturularak, bu hâlden habersiz bırakılmakta, hattâ düşman istilâsından zevk duyacak denî bir halete sokulmaktadır. Şöyle ki:

Bahsi geçen düşmanlardan birisi, kibirdir. Bir insan, kibire karşı acz-i mutlak ve fakr-ı mutlak düsturlarıyla silahlanmaz ve Allah’ın yanında ne derece âciz ve fakir bir mahlûk olduğundan gaflet ederse, bu şeni düşmanın insan ülkesini idaresi altına alması çok kolay olur. Kendisi bir tek düşman olmakla beraber, başta padişah olmak üzere bütün raiyyeti ve orduları hükmü altına alan kibir, insan ülkesinin başına geçerek ayak ayak üstüne atmakta ve insandaki bütün cihanbaha lâtifeleri ve duyguları kendine hizmetkâr edebilmektedir.

Bu düşmanlardan diğer birisi de, şahsî menfaattir. Bu düşman için de her an hazırlıklı olmak ve onu vücud memleketine sokmamanın yollarını aramak lâzımdır. Aksi hâlde, o da kibir gibi tek başına bizi istibdadı altına alabilecek ve kalb ve ruhumuzdan el ve ayaklarımıza kadar bütün vücudumuzu sefil bir yolda pervasızca çalıştırabilecektir.

Gerek kibir ve gerekse şahsî menfaat duyguları, maddî-mânevî bünyemizin gizli ve sinsi düşmanlarından sadece iki tanesidir. Bütün bu düşmanlara karşı ancak daima uyanık bulunmak, kendimizi her zaman murakabe etmek, İslâm’ın çizdiği meşrû ve müstakîm yoldan inhiraf etmemeye azamî derecede çalışmakla mukavemet edebiliriz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu