İçtihad Nedir?

İslâm ve Müsbet İlimler

Şu mühim hakikati da ifade etmek lâzımdır. Müsbet ilimler ile İslâm dini arasında herhangi bir tezat yoktur. Olması da zâten tasavvur edilemez. Çünkü, İslâm dini her zaman akla hitap etmekte ve daima ilim ve fennî teşvik etmektedir. Bediüzzaman Hazretleri bu hakikati şu güzel ifadesiyle beyan etmektedir: 

“Köle efendisine ve hizmetkâr reisine ve veled pederine nasıl düşman ve muarız olabilir? Hâlbuki İslâmiyet, fununun sey­yidi ve mürşidi ve ulûm-u hakikiyenin reis ve pederidir.” 171

Bir başka eserinde şöyle buyurmaktadır:

“Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir. Aklın nuru, fünunu medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecelli eder.” 172

Evet, akıl üzerine müessis olan bir din, beşerin menfaatine, dünyanın tamirine vesile olan fenni keşiflere nasıl karşı olabilir!?.. İslâmiyet her za­man, ilim ve sanatın terakkisine çalışan erbâb-ı fünûnu himaye etmiştir. Avrupa’nın cehalet ve vahşet içinde yuvarlandığı bir devrede, Müslümanlar bütün gayretleriyle ilim ve irfan sahasında fütuhat yapıyorlardı. Tebrike şayan terakkileriyle gözleri kamaştırıp, cihanın dikkatlerini celbedip takdir­lerine mazhar oluyorlardı. O devirler dikkatli bir nazarla tetkik edilirse, bu hakikatler güneş gibi tebeyyün eder. Şayet tarihle iftihar etmek bir hakikat ise bu bütün müslumanların hakkıdır.

Hicrî III. Asır ulum ve fünunun terakki ve teali devresidir. İslâm müte­fenninlerinin müspet ilim ve fenlere verdikleri önem ve gösterdikleri ihti­mam cidden harikadır. Hususan astronomi, cebir, matematik, tıp ve felsefe gibi ilimlerde önemli gelişmeler kaydetmişler, bu ilim ve fenlerde bir çok mütehassıslar yetiştirmişlerdir. İşte bu asırlarda harikulade bir kudretle cihanı manen ve maddeten hükümleri altına almaya muvaffak olmuşlar­dır. Dünyanın en ücra köşelerinde ilim ve irfan meşalelerini yakmışlardır. Meselâ, Endülüs fatihleri İspanya’yı fetheder etmez, ilk fırsatta dâru’l-irfan oları medrese ve mektepleri te’sis ettiler. Bunlardan tezahür eden irfan nur­ları pek kısa bir zamanda dünyanın nazarını celbetti. Ve Avrupa’nın her tarafından Kurtuba şehrine tahsil için talebeler gönderildi. Bunların ara­sında prensler ve papazlar bile bulunuyordu.

İşte bu hâl ilim ve fennin Müslümanlar tarafından ne kadar himaye edildiğine en güzel bir misaldir. Bu medreselerde yalnız dini dersler değil, aynı zamanda felsefi ve fennî tedrisatlar da yapılmaktaydı. Çünkü Müslümanlar, bu yerlerin beşer için sa­aadet ve huzurun en sağlam istinadgâhı olduğunun şuurundaydılar. Onlar, hakîki terakki ve medeniyetin ulum ve fünun ile olacağını pek güzel taktir etmişlerdi. Evet medeniyete en ziyade muvafık ve müsait olan dinin, İslâm dini olduğunda bütün âlimler ve mütefekkirler ittifak etmişlerdir. Efendimiz Hazretleri bir hadis-i şeriflerinde “hikmet, mü’minlerin kaybolmuş malıdır; onu nerede bulursa alır” buyurduğu gibi, diğer bir hadis-i şerifde de

“İlim, irfan tahsili için icap ederse, dünyanın uzak bir kıtası olan Çin’e bile gidi­niz.”(bk. Câmiü’s-Sağîr, 1/310)

diye emir buyurmuşlardır. Demek ki her yerde hakikati aramak ve her­şeyin kemâline kavuşmak İslâmiyetin esas şartlarındandır. İşte bu dâru’l­fünunlar, Ortaçağ kilisesinin skolastik taassubunu kırmışlardı. Avrupa’nın hemen her tarafından talebeler bu dâru’l-fünunlardan fikren, ilmen istifade edip yetişerek, Avrupa’nın maddeten tekâmülüne mühim birer âmil oldular. Avrupa’yı cehaletten kurtaran reform ve rönesans hareketlerinin çekirdek­leri bu dâru’l-fünunlarda atıldı. Avrupa’nın bugünkü terakkisinin temelin­de işte bu ilim yuvaları vardır.

Nasıl ki, tarihte ecdadımız ilim ve irfan ile dünyaya rehber olmuşlarsa, öyle de ecdadından o ruhu miras alan nesl-i cedid de toparlanıp yeniden dünyaya maddî ve manevî rehber olacaktır. Bu mevzuda Bediüzzaman Hazretleri şöyle buyurmaktadır:

“Milel-i mütemeddine (medeni milletlerle) ile omuz omu­za müsabaka edeceğiz. … Belki, câmi-i ahlâk-ı hasene olan hakikat-ı İslâmiyyenin ve istidad-ı fıtrînin ve feyz-i imanın ve şiddet-i açlığın hazma verdiği teshil yardımiyle fersah fersah geçeceğiz. Nasıl ki vaktiyle geçmiştik.” 173

Elhasıl, İslâmiyet bundan on dört asır evvel sanat, ticaret ve ziraatın öne­mini ortaya koymuş ve Müslümanları bu hususlarda çalışıp terakki etmeleri için teşvik etmiştir. Çünkü san’at, ticaret ve ziraat, cemiyet hayatının direği ve kıvamıdır, zâten manen terakki de maddeten terakkiye mütevakkıftır. Bundan dolayı Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) bir hadis-i şeriflerinde meâlen şöyle buyurmaktadır.

“Sizin en hayırlınız ahiretini dünya için, dünyasını da ahiret için terk etmeyeninizdir.” 174

Aynı mevzuda iki hadis-i şerif ise:

“Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya, yarın ölecekmiş gibi ahirete say ve gayret ediniz.” 175  

“Ey ümmetim sanat ve marifete ait hakikatleri ta’lim ediniz çünkü Cenâb-ı Hak sanatkarı sever.”

İşte Resûl-ü Ekrem Efendimiz (a.s.m.) bu üç hadisi şerifleriyle dünya ve ahiretin muvazenesini beliğane ve hakimane bir tarzda beyan etmiştir.

Yukarıdaki hadis-i şeriflerden de anlaşıldığı gibi İslâm dini Müslüman­lara sanayi, ticaret ve ziraat ile meşgul olmayı emrediyor. Zira millet ve memleketimizin terakki ve tealisiyle beraber, din ve namusumuzun mu­hafaza edilmesi de bunlara bağlıdır. İşte ecdadımız bu hakikatin şuuruna kemaliyle vâkıf oldukları için bu sahalarda say ve gayretleriyle memleketi­mizi bağ ve bostanlara çevirerek bütün dünyada en yüksek seviyeyi ihraz etmişlerdir.

Evet, Müslümanlar bir bölgeyi feth ettikleri zaman ırk, din ve mezhep ayrımı yapmadan orada ulum ve fünuna ait mektep ve medreseler yaparak, o bölgenin insanlarını tenvir ederlerdi. Bu noktadan bakılınca, o bölgenin insanları mağlubiyetlerini büyük bir nimet bilirlerdi. Tarihte bunun misalle­ri çokça görülmüştür. İspanyol halkının Endülüs hakimiyetini benimseme­leri bu misallerden yalnızca biridir.

Bugünkü müspet ilmin terakkisinin esasının İslâmiyete dayandığını an­lamak isteyenler, Medeniyet-i İslâm Tarihi’ni176 tedkik etsinler. İslâm dini­nin daima ulum ve fünunun terakkisini amir olduğunu anlasınlar.

Mühim Bir Soru

– Kader ne hikmete binaen asırlardan beri müfsit insanları İslâmiyete kar­şı muslallat etmiş? Bu hâdiselerden alınacak dersler nelerdir?

Bediüzzaman Hazretleri, şer gibi görünen hâdiselerin neticesinde mey­dana gelen hayırları şu misal ile açıklar:

“Meselâ atmaca kuşu, serçelere tasliti, zahiren rahmete uygun gelmez. Hâlbuki serçe kuşunun istidadı, o taslit ile inkişaf eder.”177

İşte bu saldırılar ve ihanetler de netice itibariyle Müslümanların hamiyet ve gayretlerini tahrik ediyor ve istidatlarını kuvve­den fiile çıkarmak istiyor. Dini hasbi ve samimi yaşayan ve yaşatmak isteyen Müslümanlara bu hâdiseler şu dersleri veriyor:

 

– Dinin himayetini omuzlarınıza alın, selef-i salihinin cadde-i nuraniyesi­ni muhafaza edin ve o caddede yürüyün.

– Dini, sadece resmi bir kalıp içerisinde görmek ve göstermek isteyenlerin insafına bırakmayın.

– Mizansız, muvazenesiz muhakeme eden, ihtisas sahibi olmadığı halde işin uzmanı imiş gibi görünenlere aldanmayın.

– Dini, yanlış hüküm ve fetvalar ile kendileri gibi milleti de dalalete düşür­meye gayret eden cahillerin eline terketmeyin.

– İlmî kariyer sahibi olup da siyasi mülahazalar ve makamını muhafaza ile “suya sabuna dokunmayan” alimlerin de insafına bırakmayın.

– Dini hasbi ve samimi bir şekilde sunmaktan ziyade, bir gurur-u ilmî ile kendini göstermek isteyen mağrur, mütekebbirlerin yersiz hıyanetlerine de itibar etmeyin.

– Dini siyasetlerine alet eden siyasi ağızlara da iltifat etmeyin.

Dipnotlar:

171 Muhakemât. 
172 Münazarat.
173 Tarihçe-i Hayat. 
174 Münâvî, Feyzu’l-Kadir 3, 499,41 12. 
175 Münâvî, Feyzu’l-Kadir 2, 12, 1201.  
176 Müellifi Cerci Zeydan, Mütercim Zeki Meğamiz, İkdam matbaası, Dar-üs saadet, 1328.  
177 Sözler.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu