İçtihad Nedir?

Mezheplerdeki İhtilafın Rahmet Ciheti

Allah-u Zülcelal Hazretleri, Habib-i Ekremi (a.s.m.) hürmetine, mez­hepler arasındaki ihtilaf ile nihayetsiz rahmet ve suhulet kapılarını açtı. Peygamber Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde

“Ümmetimin ihtilafı geniş bir rahmettir.”70

buyurmakla bu hakikati ifade etmiştir. Evet bu hadis-i şerif her türlü müsbet ihtilafı içine aldığı gibi, mezhepler arasındaki ihtilaflara da şamildir.

“Allah size kolaylık ister, zorluk istemez.” 71

“Din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi.” 72

Bazı âyet ve hadislerdeki kelime ve cümleler ayrı ayrı hükümleri ihtiva etmiştir. Bir tek sedefte müteaddid inciler bulunabilir. İşte müçtehitler âyet ve hadislerin sedefindeki cevherlerde ihtilaf etmişlerdir. Bu ise muhtelif kapıların açılmasına vesile olmuştur. Bu ihtilaf ümmet-i Muhammed için büyük bir kolaylıktır. Cenâb-ı Hak;

“Ve üzerlerindeki ağırlıkları, sırtlarındaki zincirleri atar (yani, hata ile adam öldürmekte kısas icrasını ve günah işle­yen azaların, pislik değen elbisenin kesilmesi gibi ağır teklif­leri kaldırır.)” 73

gibi âyet-i kerimelerle şeri’at-ı Muhammediye’nin gâyet derecede suhu­letli olduğunu ifade buyurmaktadır.

Meselâ, İmâm-ı Şâfiî’nin “kadına el değince abdestin bozulması” şek­lindeki İçtihadı, günümüz şartlarında hac ibadeti esnasında çok sıkıntıya sebebiyet verir. Zira tavafın abdestli olarak yapılması lazımdır. Milyonlarca insanın toplandığı o kalabalıkta bu hükmün uygulanması adeta imkansız olduğundan, bu mezhep mensupları diğer mezhepleri takliden tavaf yapar­lar.

Abbasi halifesi Harun Reşid, İmâm-ı Mâlik’e “Senin kitaplarını yazdı­ralım, âlem-i İslâm’ın her tarafına dağıtalım. Ümmeti bunlara sevkedelim”, teklifinde bulunur. İmâm-ı Mâlik şu cevabı verir:

“Ya emire’l-mü’minin, ulemanın ihtilafı Allah’tan bu ümmete rahmettir. Herbiri kendi nazarın­da sahih olana tabi olur. Hepsi hidâyet üzeredir ve hepsi Allah’ın rızasını ister.” 74

Müsbet ihtilaf, sahabe döneminde sıkça vuku’ bulmuştur. Hazret-i Pey­gamber de (a.s.m.) ümmetini, dilediği sahabenin İçtihadıyla amel etme hu­susunda serbest bırakmakla böyle bir ihtilafa razı olmuşdur. Sahabelerini içtihat farklılığından dolayı muaheze etmemiş, her iki tarafın da hükmünü hak ve münasib görmüşdür.

Sefere çıkan iki sahabi, namaz vakti geldiğinde su bulamayınca teyem­mümle namazlarını kılarlar. Sonra vakit içinde su bulurlar. Biri namazı iade eder, yeniden kılar. Diğeri ise önceki kıldığını yeterli görür. Dönüşte durum­larını Resûlullah’a sorarlar. Hazret-i Peygamber iade etmeyene “Sünnete isabet ettin”, diğerine de “Sana iki defa ecir var” cevabını verir.

“Sahabelerim yıldızlar gibidir, onlara uyarsanız hidâyete erersiniz.”75

hadis-i şerifi de bu hakikata işaret etmektedir. Buna binaen herhangi bir insan hak mezheplerden dilediğini tercih edebilir.

Kıblenin bilinmediği yerde namaz kılan bir mümin, kendi içtihadı ile bir yön tayin etse veya her rekatını bir başka yöne doğru kılsa namazın sıhha­tine fıkhen hükmolunur.

Bu sayede müslümanlar zaruret hallerinde ruhsatı azimete tercih ede­bilmektedirler. Bu ise onlar için büyük bir rahmet olmuştur. Evet, müslü­manlar kendi mezheblerinde çözümü olmayan bir mesele hakkında, zaruret halinde, diğer bir hak mezhebin ruhsatı ile hareket edebilir ve böylece sı­kıntıdan kurtulurlar.

Zaten şeriat-ı Muhammediye insanların fıtratına uygun olarak taraf-ı İlâhîden vaz’ edilmiştir.

Müçtehitler arasındaki ihtilaflar ümmet-i Muhammed hakkında rah­met olduğu hâlde; geçmiş ümmetlerin helakine sebep olmuştur. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bir hadis-i şeriflerinde “ihtilaf geçmiş ümmetlere azab olduğu halde, benim ümmetime rahmet olmuştur,” buyurmuşlardır.

Geçmiş peygamberlerin dinlerinde bütün hükümler açık ve kesin idi. Âyetlerde istihraç edilecek ve tevile açık şeyler yoktu. Kat’i ve kesin olan mes’elelerde ihtilaf olmayacağı da aşikar idi. İnsanlar bu kesin hükümlere uymakta zorluk çektiler, ihtilafa düştüler ve bu ihtilaf onları helake gö­türdü. Fakat bizim şeriatimiz geçmiş milletler üzerindeki darlığı ve sıkleti kaldırmışdır. Meselâ, Hazret-i Musa’nın (a.s.) şeriatinde adam öldüren bir katile kısasdan başka ceza verilmesi mümkün değildi.

Şeriat-ı İsa’da (a.s.) ise sadece diyet vacip idi, kısas yasaktı. Şeriat-ı Muhammediye’de ise maktulun velisine kısas, diyet ve af arasında tercih hakkı verilmiştir. Diğer bir misal, onların şeriatında elbisenin, necasetlenen yerini kesip atmak vacip iken bizim şeriatımızda temiz suyla yıkamak ka­fidir. Bu manada pekçok misaller vardır. Kitabımızın hacmi buna müsaade etmediğinden bunlarla iktifa ettik.

Dipnotlar:

70 Keşfu’l-Hafa, I, 64,66. 
71 Bakara Sûresi, 2/185. 
72 Hac Sûresi, 22/78. 
73 Arâf Sûresi, 7/157. 
74 Şârânî, s. 77. 
75 Müstedrek, 1, 286; Sünenü’d-Dârimi, 1, 207. 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu