Kimden Soracağız?
Bir insan hangi ders ve sohbetle yetişirse onun rengiyle boyanır. Meselâ, tıp profesörlerinin ders ve sohbetiyle boyanan talebeler doktor, teknik üniversite profesörlerinin ders ve sohbetiyle boyanan talebeler ise mühendis olurlar.
Aynı şekilde İslâm ulemâsı da Kur’ân ve hâdis-i nebeviyenin sohbetiyle ve icmâ-ı ümmet ve kıyas-ı fukahânın dersiyle yetişiyorlar. Ancak bu sohbet ve derslerden hakkıyla istifade edebilen zatlar, başta bütün ilimlerin madeni olan marifetullah olmak üzere, Cenâb-ı Hakk’ın zat-ı akdesi, sıfat-ı mukaddesesi ve esmâ-i hüsnâsına ait rububiyet dairesi ile bu daireye karşı, insanların ne tarzda ubudiyet edecekleri hususlarını, bütün teferruatıyla bizlere öğrettikleri gibi, kâinatın hilkatinden tâ bu dünyadan sonra gideceğimiz âhiret alemine ait ahvâle kadar, daha birçok dakik meselelerden selâhiyetle bahsedebiliyorlar.
Bu meseleler, değil bu sahada hiç ihtisası olmayanların, ihtisası tam olmayanların dahi söz söyleyemeyeceği İlâhî hakikatlardır.
Bedeninde meydana gelen bir ârıza sebepiyle hemen doktora giden ve şayet o memlekette o hastalığın tedavisine ehil kimse yoksa, derhal yurt dışına koşan insan, bu fâni hayatıyla kıyas kabul etmeyecek olan ebedî hayatı hakkında da rastgele kimselerin sözüyle oturup kalkmamalı, ruhuna da en az bedeni kadar hassasiyet göstererek meselenin mütehassıslarını arayıp bulmalıdır.