Hayatı ve Hatıraları

Necip Fazıl Kısakürek’in Tanzimat Düşünceleri

 

Necip Fazıl Kısakürek
Necip Fazıl Kısakürek

Rahmetli Necip Fazıl Kısakürek ile müteaddit defalar görüşmemiz oldu. Bunlardan birinde Tanzimat hareketi üzerinde uzunca durdu. O sohbetten edindiğimiz intibaa göre, bu ihtilaflar ve ihtilâller Tanzimat ile başlamış. Ondan önce memlekette halk ile Padişah arasında bir ittifak varmış. Memlekette bir çok meşayih ve müderris mevcutmuş. Medreselerde birçok ilim adamı yetişirmiş.

Tanzimatçılar ihtilafın temelini atmışlar. Mustafa Reşit Paşa, İslâmiyet’i pek bilmeyen, Avrupa’da yetişmiş, sonra da sefir olarak yine Avrupa’da kalmış birisiymiş. Onların içinde yetişince onları benimsemiş ve onların namına hareket etmeye başlamış. Sultan Abdülmecid padişah olunca da İngilizlerin zorlamasıyla sadrazam olmuş.

Bir kısım ahlâk dışı romanları tercüme edilmiş. İstanbul’un zenginleri çocuklarını yetiştirmeleri için mürebbiye olarak Fransız matmazeller getirip, çocuklarını onlara teslim ediyorlarmış, tâ ki çocukları Avrupa terbiyesiyle yetişsinler. Bu mürebbiyeler çocukları Avrupa kültürü ile yetiştirmiş ve ahlâklarını bozmuşlar.

Kadınlar arasında roman okuma merakı başlamış. Batının ilmini ve tekniğini değil, sefahatini almışlar.

Halk arasında ihtilaf çıkararak insanları dinci, gerici, ilerici diye bölmüşler. Öyle ki, iki münevver bir araya gelemez olmuş.

Bazıları Avrupa’ya gidip geldikten sonra, “Ben Türk olduğum için utanıyorum. Siz bir Avrupa’nın sokaklarını görseniz!..” diyorlarmış.

Tanzimatçılardan önce devletin dışarıya hiç borcu yokmuş. Mustafa Reşit Paşa başa gelince dışarıdan borç almaya başlamış, dahildeki ticaret de yine o dönemde Yahudilerin eline geçmiş. Avrupa’ya borçlanmamızla birlikte imparatorluğun çöküşü de hızlanmış.

O zamana kadar medreselerde dini ilimlerin yanında fenni ilimler de okutulurmuş. Ancak Mustafa Reşit Paşa İngilizlerin telkiniyle medreselerden müsbet ilimleri çıkarttırmış.

Özet olarak: Necip Fazıl Bey, Tanzimatçıların yanlış Batılılaşma hareketiyle bu millete madden ve manen büyük zarar verdirdiklerini çok güzel anlattı. Sonradan okuduğum Tahsin Ünal’ın “Türk Siyasi Tarihi” adlı eserinde, Necip Fazıl’ın anlattıklarını doğrulayan, Avusturya Başvekili Meternich’in Bab-ı Âli’ye gönderdiği mektubundaki şu sözlerine rastladım;

“Hürriyetinizi padişah ile teb’a arasındaki başlıca bağlantı olan dinî kanunlara saygı esası üzerine kurunuz. Zamana göre hareket ediniz. Zamanın ihtiyaçlarını göz önünde tutunuz. Lakin, yaşayış tarzınıza uymayan yeni usuller kabul etmeyiniz. Yıkılanın değeri, yerine vazedilenden fazladır. Avrupa’dan size uymayan kanunları almayınız. Çünkü, Batı kanunlarının temeli Hristiyanlıktır. Siz Müslüman ve Türk kalınız. Hristiyan teb’ayı himaye ediniz ve onları paşalara ezdirmeyiniz. Eğer ilerleme yolunda bilgi ve anlayışla hareket ederseniz, Avrupa lehinize dönecektir. Biz Osmanlı’yı giriştiği işlerden vazgeçirmek istemiyoruz. Lakin, şartları Türk Devletinin şartlarına uymayan Batı şartlarını ve kanunlarını kopya ederek, Batıyı taklit etmenizin, faydadan ziyade zarar getireceğini hatırlatırız.”

Necip Fazıl’la her görüşmemizde Osmanlı Sultanlarından bahseder, minnetle yadeder, hürmetli ifadelerle onlardan hatıralar naklederdi. Özellikle cennet mekan Abdulhamit Han hakkında çok sitayişkâr ifadelerde bulunur, onu bir başka değerlendirirdi. Filistin ve Yahudiler hakkındaki ince siyasetini şükranla yad ederdi.

Bu sohbetimizin üzerinden yıllar geçti. Bir gün İstanbul’da Mimar Necip Bey bana Abdulhamit Han’la alakalı tarihî bir vesika gösterdi. Vesikayı okudum. Necip Fazıl’ın bu meselede ne kadar isabetli düşündüğünü daha iyi anladım. Bu tarihî vesikayı aşağıda takdim ediyorum:

Abdulhamit’in Şazeli Şeyhi Mahmut Efendi’ye Gönderdiği Özel Mektup

Bismillahirrahmanirrahim ve bihi nestain…”

“İş bu arizamı, tarikatı aliyye Şazeliyye Şeyhi, vücudlara ruh ve hayat veren ve cümlenin efendisi bulunan Eş-şeyh Mahmut Efendi Ebuşşamat hazretlerine ref eylerim. Mübarek ellerini öperek dualarını rica ederek selam ve hürmetlerimi takdimden sonra, arz ederim ki sene-i haliye şehr-i Mayısın ikinci günü tarihli mektubunuz vasıl oldu. Sıhhat ve selamette daim olduğunuzdan dolayı Allah’a hamd ve şükür ederim.”

“Efendim, evradı Şaziliyyenin kıraatına Allah’ın tevfikiyle gece gündüz devam ediyorum ve bu vazifelerimi edaya muvaffak olduğumdan dolayı Allahu Teala Hazretlerine hamdederim ve kalbi dualarınıza daima muhtaç olduğumu arz ederim.”

“Bu mukaddemeden sonra şu mühim meseleyi zat-ı semahetpenahi, emsalü okul-u selime sahiplerine tarihi bir emanet olarak arz ederim k; ben Hilafet-i İslamiyyeyi hiçbir sebebten terketmedim, ancak ve ancak Jön Türk isminde ma’ruf ve meşhur olan İttihat ve Terakki Cemiyeti rüesasının tazyik ve tehdidi ile Hilafet-i İslamiyeyi terke mecbur edildim. Bu ittihatçıların Arazi-i Mukaddese’de yani Filistin’de Yahudiler için bir vatan-ı kavmi (milli vatan) kabul ve tasdik etmem için ısrarlarına devam ettiler. Ben onların ısrarlarına ve tehditlerine rağmen bu teklifi katiyen kabul etmedim. Bana buna mukabil, yüz milyon altın İngiliz lirası vereceklerini vaad ettiler, bu teklifi dahi katiyetle reddettim. Kendilerine şu sözlerimle mukabelede bulundum; ‘Değil yüz milyon altın İngiliz lirası, dünya dolusu altın verseniz bile bu tekliflerinizi kat’iyen kabul etmem. Ben otuzundan fazla bir müddetle Millet-i İslamiyeye hizmet ettim, bütün Müslümanlar’ın ve salatin hulefa-yı Osmaniye’den aba ve ecdadımın sayfalarını karartmam. Binaenaleyh bu teklifinizi katiyetle kabul etmem.’ ve yine kati cevap verdikten sonra beni azletmek üzere kendi aralarında ittifak ettiler ve beni Selanik’e göndereceklerini söylediler ve ben de bu son teklifi kabul ederek Selanik’e gittim. Allahü Tealaya hamdederim ki Devlet-i Osmaniye’ye ve bütün alem-i İslâm’a bir leke olacak bu tekliflerini yani Arazi-yi Mukaddese’de; Filistin’de Yahudi devleti kurulmasını kabul etmedim. İşte bundan sonra, olan oldu. Bundan dolayı Mevla-yı Müteal Hazretlerine hamdederim.”

“Bu mühim meselede şu maruzatım kafidir ve şu sözlerimle mektubuma hitam veriyorum; Mübarek ellerinizi öperek hürmetlerimle kabul buyurmanızı sizden rica ve istirham ederim. İhvan ve arkadaşlarımın cümlesine selamlar ederim. Ey benim muazzam üstadım. Bu babda sözümü uzattım, muhat ilmi hâli semehatpenahileri ve bütün cemaatımızın malumu olmak için uzatmaya mecbur oldum.”

Dipnot:

Zaman Gazetesi; Tarihten Bugüne, İlhan Bardakçı 19 Kasım 1988.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu