PEYGAMBER ZARURETİ
Bir insan ne kadar kabiliyetli, ince anlayışlı, ilim ve irfanda ne kadar ileri olursa olsun, yine de peygambere ihtiyacı vardır.
İnsanlar, akıllarıyla Allah Teâlâ ‘nın varlığını bilseler dahi, O Zât-ı Akdes’in kudsî sıfatlarını ve esmâsını, bu kâinatın yaratılış hikmetini, insanların vazifelerini, şu mevcudatın nereden gelip, nereye gittiklerini ve ahirete ait hakikatleri bilemeyeceklerinden, Cenâb-ı Hak onlara peygamberler ve semavî kitaplar göndermiştir.
Peygambersiz akıl, her zaman sırat-ı müstakimde yürüyemez, ufku her şeyi kuşatamaz ve tam bir mürşid olamaz. Çünkü akıl da bir mahlûktur, idraki sınırlı ve mahduttur. Nitekim Aristo ve Eflatun gibi üstün zekâ sahibi olan dahiler, Allah’a iman ettikleri halde, tekrar dirilmenin ruhen olacağına inanmışlar ve bedenin de dirilmesini akıllarına sığdıramamışlardır.
Çiçeklerin açması, ağaçların meyve vermesi için güneşe ne derece ihtiyaç varsa, kalp ve gönüllerin nurlanması ve akılların irşadı için de hidayet güneşi olan peygamberlere o derece ihtiyaç vardır. Dünyada her hastalığın bir tabibi olduğu gibi, içtimaî ve manevî hastalıkların tabibi de peygamberlerdir.
İnsan, şu dünyada, şiddetli ve dehşetli dalgalara maruz kalan bir gemi gibidir. Onu bu müthiş dalgaların tehlikesinden kurtarıp, sahil-i selamete çıkaracak kaptan ise istikametli bir akıldır; akla istikamet veren ise semavi kitaplar, peygamberler, mürşit ve müceddidlerdir.
İdraki ve malumatı mahdut olan bir akıl, fizik ötesindeki birçok gizli hakikati kavrayamaz, ezeliyet ve ebediyeti ihata edemez, dinin birçok gerçeklerini bilemez. Bu gibi mühim hakikatler ancak vahyin ziyası, peygamberlerin bildirmesi ve mürşitlerin talimi ile bilinir ve anlaşılır…