Siyasette Ölçü

Siyasetin İnsafsız Bir Prensibi: “İftira Et Tutmazsa İz Bırakır.”

      İç ve dıştaki gizli düşmanlarımız tarih boyunca kendi gayelerine muhalif olan ve batıl zihniyetlerine karşı mücadele eden hamiyetli, gayretli ve alicenap şahsiyetleri adi bahanelerle, iğrenç iftiralarla ve yalanlarla, böylece nice devlet adamlarını çürütmeğe devleti de çökertmeye sebep olmuşlardır.

      Tarih bunun acı misalleriyle doludur. İbret için yakın tarihimizden bir iki misal verelim:

      Fransız ve İngilizler Osmanlı’nın toprak bütünlüğünü bozmak, Balkanlar’ı ve Rumeli’yi Osmanlı topraklarından koparmak maksadıyla günün askeri ve siyasi dehası Sultan Abdülaziz’in hakkında adi bir bahane uydurdular. “Sultan Abdülaziz çok yiyor, pehlivanlık yapıyor.” gibi sloganlarla milleti aldatarak, yersiz ve mesnetsiz iddialarla Sultan Abdülaziz’i tahttan indirdiler ve başını yediler. Arkasından Rusları musallat ederek doksan üç harbi diye meşhur olan 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbini başımıza bela ettiler Balkanlar’ı ve Doğu Anadolu’nun bir kısmını elimizden aldılar.

      Sultan Abdülhamid siyasi ve idari dehası, müdebbirliğiyle yutulmayan ve ezilmeyen bir politikacı ve dirayetli bir padişahtı. Onu efkâr-ı umumiyede çürütmek ve nazardan düşürmek için ona da adi bir iftira atarak “Kızıl Sultan” lakabını taktılar ve onu da tahttan indirdiler. Arkasından imparatorluğumuzun güneyindeki petrol dolu topraklarımız olan Kerkük ve Musul’u elimizden kopartmak, Orta Doğu’da hakimiyetlerini sürdürmek için bir kısım Jön Türkleri de alet ederek Birinci Dünya Savaşını başımıza açtılar. Ve bize çok acı kayıplar verdirdiler.

      Şimdi elimizde bir Anadolu kaldı. Gerçi buna da çok desiseler yaptılar. Mondros ve Sevr muahedeleriyle bu vatanı yemenin planlarını tezgahladılar. Fakat Cenab-ı Hak, lütuf ve keremiyle, altı yüz sene Kur’an’a hizmet eden,  bu aziz milletin torunlarını muhafaza etti.

      Günümüzde de vatanımızın başına nice  entrikalar sergileniyor. Dış düşmanlarımız, bu vatanı bölmek ve parçalamak ve bu milleti topyekün imha etmek için sinsice ve şuurlu olarak faaliyetlerini yürütmektedirler. Hamiyetli, vatan ve milletini seven Müslümanlar bu tertiplere alet olmamalıdırlar.

      Bediüzzaman, vatan ve milletini seven bütün insanlara hayatıyla, eserleriyle, dersleri ve talebeleriyle şöyle sesleniyor:

“Bir tek gayem vardır, O da mezara yaklaştığım bu zamanda İslam memleketi olan  bu vatanda Bolşevik baykuşlarının seslerini işitiyoruz. Bu ses alem-i İslâm’ın iman esaslarını zedeliyor. Halkı, bilhassa gençleri imansız yaparak kendine bağlıyor. Ben bütün mevcudiyetimle bunlarla mücadele ederek gençleri ve Müslümanları imana davet ediyorum. Bu imansız kitleye karşı mücadele ediyorum. Bu mücahedem ile inşallah Allah huzuruna girmek istiyorum. Bütün faaliyetim budur. Beni bu gayemden alıkoyanlar da korkarım ki Bolşevikler olsun. Bu iman düşmanlarına karşı mücadele eden dindar kuvvetlerle el ele vermek benim için mukaddes bir gayedir. Beni serbest bırakınız. El birliği ile komünistlikle zehirlenen gençlerin ıslahına ve memleketin imanına Allah’ın birliğine hizmet edeyim.”[1]

      Bediüzzaman Hazretleri, iman ve Kur’an hizmeti yolunda asrın bütün şerirlerinin, gizli cemiyet kurmak ve  emniyeti bozmak gibi asılsız iddialarla her türlü zulüm ve işkencelerine maruz kaldı, bütün ömrü, esaret zindanlarında ve mahkemelerde geçti. O, bütün bunlara rağmen;  yılmadan, usanmadan ve yorulmadan, büyük bir azimle iman ve Kur’an hakikatlerinin gönüllerde yerleşmesine vesile oldu ve milyonlarca faziletli ve fedakâr talebe yetiştirdi.

      Talebelerin de insanlık adına yaptıkları maddî ve manevî hizmetler ve gösterdikleri üstün fedakârlıklara rağmen, dini siyasete alet etmek, devleti ele geçirmeye çalışmak gibi  çeşitli yalan ve iftiralarla eza ve cefaya maruz kaldılar ve bir çok kez hapislere atıldılar.

      İçinde bulunduğumuz bu hassas ve nazik durumda vatanını, dinini ve mukaddesatını seven her ehl-i hamiyetin vicdanına  Mehmed Akif’in şu mısralarıyla sesleniyoruz:

“Uyan, ey alem-i İslâm! Sana gafil diyen vardır,
Evet silkin şu cehlinden sana cahil diyen vardır,
Cihana ilmi öğrettin neden cehlin esirisin?
Cihan tarihinin mülkünde sen ilmin emirisin,
Senin nurunla alem ilmi öğrendi, terakkiler
Senin mahsûl-ü tezyindir, temeddünler,  taharriler.”

“Hani Sıdık-ı Faruk, Hani Osman, hani Haydar?
Gazalilerle Raziler, ne oldu İbn-i Sina’lar…
Selâhaddin-i Eyyübilerin, Tarıkların nerde?
Hani Osman Gaziler, büyük Fatihlerin nerde?
O Yavuzlar ne oldu? Nerde kaldı azm ile iman?
Neden ilmi bıraktın, bunu mu emrediyor Kur’an.”


[1] Şualar.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu