Tabiin ve Tebe-i Tabiin Devri Üç Yüz Yıl Devam Etmiştir
İmam-ı Rabbanî Hazretlerinin de işaret ettiği gibi, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) ahirete teşriflerinden itibaren yaklaşık üç yüz sene risalet cenahı devam etmiş, nübüvvet nurunun yakınlığı ve o güneşin feyiz ve bereketi ile nice müçtehitler, müfessirler, muhaddisler, ulemalar ve fakihler yetişmiştir. Bu dönemde sayısız tefsir kitapları yazılmış, ilim ve irfan sahasında en parlak bir devir yaşanmış ve Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) hakiki manada varisleri olan sayısız ulema yetişmiştir. İslam tarihinin, Asr-ı saadet’ten sonra ilim ve irfan alanında en feyizli, en bereketi ve en muhteşem devri tabiin ve tebe-i tabiin dönemidir. O zamanki insanların ekseri her şeyden ziyade ilim ve irfan meclislerine rağbet ederlerdi. Risalet güneşinin en yakın varisleri olan, İmam-ı Azam, İmam-ı Şafiî, İmam-ı Mâlik, İmam-ı Ahmed Hazretleri gibi dâhî alimler, nevvar dimağlar bu devrin en mükemmel meyveleridir. O devirde bütün ulemanın istidat ve kabiliyeti tamamen ilim ve içtihada yönelmiş ve kısa bir zamanda da içtihad sahasında parlak bir devir yaşanmıştır. Daha sonra gelen fukahanın hiç biri onlara yetişememiştir. Bunun içindir ki büyük fakih İbn-i Abidin, (zatında açık olmakla beraber), içtihat kapısının asırlar evvel kapandığını beyan buyurmuştur. Bediüzzaman Hazretleri de şöyle buyurur:
“İslâmiyet’in nazariyat kısmında ve selefin içtihadat-ı safiyane ve hâlisanesiyle, bütün zamanların hacatına dar gelmeyen efkârları olduğu hâlde, onları bırakıp heveskârane yeni içtihadlar yapmak, bid’akârane bir hıyanettir.”[1]
“Selef-i Sâlihînin müçtehidîn-i izamı, asr-ı nur ve asr-ı hakikat olan asr-ı sahabeye yakın olduklarından, safi bir nur alıp, hâlis bir içtihad edebilirlerdi. Şu zamanın ehl-i içtihadı ise, o kadar perdeler arkasında ve uzak bir mesafede hakikat kitabına bakar ki, en vâzıh bir harfini de zor ile görebilirler.”[2]
Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) ahirete teşriflerinden sonra tabiin ve tebe-i tabiin devri üç yüz yıl devam etmiş, risalet cenahı mansıbını geri çekince, bundan sonra, tekke ve zaviyeler vasıtasıyla irşat devri başlamış ve büyük mürşitler vasıtasıyla nice kâmil müminler yetişmiştir. Bu hizmet de bin sene devam ettikten sonra Mehdi-i Azam devri başlamıştır. Onun hizmeti ise kıyamete kadar devam edecektir.
İmam-ı Rabbanî Hazretleri de (r.a.) “Bütün tarîklerin nokta-i müntehası, hakaik-i imaniyenin vuzuh ve inkişafıdır.” buyurarak iman hizmetinin ne kadar büyük olduğunu ifade etmiştir. Hz. İsa (a.s) Cenab-ı Hakk’ın bir lütfü olarak ahır zamanda yeniden dünyaya geldiğinde, yeni bir şeriat getirmeyecek, Kuran’a ve sünnete tabi olacak, Hz. Mehdi ile beraber Kur’an ve iman hakikatlerinin tüm dünyaya yayılmasına vesile olacaklardır. Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulur:
“Hazret-i İsa Aleyhisselâm gelir. Hazret-i Mehdi’ye namazda iktida eder, tâbi olur.”
Hz. İsa’nın namazda Mehdi Azam’a tabi olması demek, onun koyduğu düsturları kendine rehber edip, onlar ile irşadını yapması demektir.
[1] Nursî, B.S., Sözler, Yirmi Yedinci Söz.
[2] Nursî, B.S., Sözler, Yirmi Yedinci Söz.