b. İlmi ve Fikri Terbiye
Bu terbiyeyi vermekle mükellef olanlar öğretmenlerdir. Her öğretmen, çocukları ilim, fazilet ve hamiyetperverlikle donatmakla birlikte, iyi karakterli, kendi şahsi menfaatinden çok millet ve memleketin menfaatini ön planda tutan, kutsal bildiği değerler uğruna canını gerektiğinde feda etmekten çekinmeyen, fazilet sahibi fertler olarak yetiştirmelidir. Nitekim Peygamber Efendimiz (asm.)
“Hepiniz çobansınız ve hepiniz raiyetinizdekilerden mesulsünüz.” buyurmuştur.
İnsan terbiyesinden maksat, onu dini bilgiyle, hayat tecrübeleriyle ve ahlakî düsturlarla doldurarak sosyal çevreye kazandırmaktır. Aksi takdirde ilim ve zekası ne kadar kuvvetli olursa olsun, güzel ahlâktan mahrum olan bir insan, topluma fayda yerine zarar verir.
İlim ve marifeti tahsilin en münasip dönemi gençlik zamanıdır. Eğer insan, bu çağda tahsile çalışmayıp, fırsatları değerlendirmezse ilim ve marifetten mahrum kalır. Kudret-i İlahiyenin emaneti olan istidat ve kabiliyet, ancak ilim ve marifette kullanılırsa tekamül eder. Zaten, “insan bu âleme, ilim ve dua vasıtasıyla takemmül etmek için gelmiştir.” 1 Peygamber Efendimiz (sav)
“Küçük yaşta öğrenilenler taşa, ihtiyarlıkta öğrenilenler ise, suya yazılmış gibidir.”
buyurarak, küçük yaşta ilim tahsil etmenin ehemmiyetini vurgulamıştır.
Cihan ibretlerle dolu bir mekteptir. Bu mektepte nice nebiler, mürşitler, âlimler ve dahiler yetişmiştir. Onlar vakitlerini hizmet-i aliyeye hasrettikleri için kendilerine, ailelerine, millet ve devletine hatta tüm insanlığa faydalı olmuşlar ve medeniyet âlemine de kıymetli hediyeler bırakmışlardır.
İnsanın gençlik çağı bir mezraa ve çiftliktir ki, o dönemde ne ekerse daha sonra onu biçer. O tarlada ekilen ilim ve marifet tohumları, elbette neşv ü nema bulur ve çeşitli meyveler verir. Dünya bir ticarethanedir. Bu ticaretin en verimli çağı ise gençliktir. Eğer insan bu çağda hüsn-ü terbiye edilmezse, onda marifet çiçekleri yerine, cehalet dikenler biter.
Gençlik çağındaki insanın istidadı, her ilme müsait birer levhadır. Başlangıçta beyaz ve nakışsız bir kâğıt iken, hangi sahada ilim tahsil edip, onda derinleşirse, o sanat ve ilim onun ruhuna ve aklına nakşedilir.
Evet insan, “öyle bir fiilin mahsulüdür ki, istidadı irade ettiği şeyi kendisine veriyor.”2
O zamanlar ne kıymettardır ki, insanlar, iman ve marifet-i ilâhiyeye ait eserleri okuyup fikirlerini nurlandırırlar. O eserlerdeki marifetler ve bu nurlu fikirlerle insaniyet âlemini ışıklandırırlar. O kimseler bitmez tükenmez gayretleriyle cihanın her tarafına ilim ve irfan hareketlerini nakşetmeye çalışırlar.
O gayret ve fedakârlıkla geçirdikleri her bir saat ve hatta her bir dakika ile istikbaldeki saadetlerini ikmal ederler.
Gençliğini sefahette ve dalaletle geçirenler ise, ihtiyarlığından her zaman gözyaşı dökerek nedamet ederler. Ancak o gençlik zamanlarını geri getirmek artık mümkün değildir.
Nasıl ki, öylelerden birisi ağlayarak demiş:
“Keşke gençliğim bir gün dönseydi, ihtiyarlık benim başıma ne kadar hazîn haller getirdiğini ona şekva edip söyleyecektim.”
Evet, insan ilim, marifet ve akıl sayesinde perdeli olan fen ilimlerini keşfeder, tekniğin en yüksek mertebesine çıkar ve kâinatın sırlarını idrak eder. Bu da ancak gençlik çağından başlar.
Çünkü insanlığın hakikati ilim ve marifetten ibarettir. Bu meziyet, kimde varsa gerçek insan odur. O halde tereddütsüz diyebiliriz ki, ilim ve marifetle teçhiz olmayan kişi, kâmil bir insan olamaz.
İnsan, ulvî bir gaye ve hikmet için yaratılmıştır. Zira o, sadece maddeden ibaret değildir. İnsanın maddesi, ebedi hayatın kazanılmasına hizmet ettiği için sevilir
İnsanın şeref ve meziyeti sadece cisim ve endamının güzelliğinde aranmamalıdır. İnsanın kemalatı onun maddesinde değil, iman ve faziletinde arannmalıdır ki, ona da ilim ve marifetle ulaşılır. Evet, ömrünü cahilane ve bad-ı heva geçirip, ilim ve marifetten mahrum kalan bir insanın iftihar edeceği hiç bir şeyi yoktur.
Nur-u marifetle intibaha gelmeyen uyuşuk bir akıl hikmetlere vasıl olamaz. Evet, insanın vücudu ölüm ile fena bulur, fakat insaniyete ettiği hizmet bakidir. Böyle bir insan hakikatte ölmüş sayılmaz.
Gençler yüksek hedef ve ulvî ideallerle başta ailesine, memleketine ve hatta tüm insanlığa hizmet için himmetini geniş tutmalıdırlar. Zaten ancak yüksek idealleri olan ve himmetlerini geniş tutan gençler insanlığa faydalı olur. Gençliği hedefsiz, davasız ve gayesiz olan bir millet, çürümeye ve dağılmaya mahkumdur. Onun için özellikle gençlerimiz, yüksek hedef ve ulvî ideallerle donatılarak himmetleri âli tutulmalı ve istikbali omuzlarında taşıyacak büyük insanlar olarak yetiştirilmelidirler.
Ancak bu sayede daima iftihar ettiğimiz şanlı tarihimizin ve güzel mazimizin soluklarını istikbale aktarabiliriz. Öteden beri yükselmemize engel olmak ve sekteye uğratmak isteyenler olmuşsa da onları kaderin bir tecellisi ve günahlarımızın neticesi bilip, artık maziye değil, istikbale bakmak zorundayız.
Biz nereden yere düştüksek, oradan ayağa kalkacağız. Manevîyat ile kuşanacak, ilimle bezeneceğiz. Herkes bu kudsi hamlede üzerine düşeni yerine getirmekle mükelleftir.
Bediüzzaman Hazretleri:
“Mazi geçmiş, hâl malum. Bize bir nesl-i cedid lazım.”
demektedir. İşte geleceğimizin teminatı olan bu gençleri eğitimli, güzel ahlaklı, dinini, milletini ve ülkesini seven kişiler olarak yetiştirilmesinde milli eğitime de çok büyük görevler düşmektedir. Ancak böyle bir nesil sayesinde tarihin akışı değişecek, senelerdir ezilen, sömürülen, manen öldürülen insanımız, bu gafletten, cehaletten ve tedenniden kurtulabilir. Evet gençliğimiz uyandı, uyanmaya devam ediyor. Akif’in özlemini çektiği “ASIM NESLİ” ve Bediüzzaman’ın müjde verdiği “NESL-İ CEDİD” geliyor.
Dipnotlar: