Barlalılar Üstad’ın Varlığıyla Müftehirdiler
Daha sonra bize izzet ikramda bulundular. Barlalılar gerçekten halim selim, mütevazi ve misafirperver insanlardı. Fakat bu sakin görünüşlü insanlar, Üstad’larından bahsederken birdenbire değişiyorlardı. Yüzlerine bir sevinç ve heyecan dalgası yayılıyordu. Evet, bunlar, Üstad’dan tefeyyüz etmiş faziletli insanlardı. İnsan, onların bitmez tükenmez bir enerjiyle anlattıkları hatıraları dinlerken, ister istemez, sözlerinin hiç bitmeyeceği kanaatine varıyordu. Üstad’ın bir nümûne-i fazilet olduğunu, insanlığın zübde-i kemâlinde bulunduğunu, fıtratında müstesna bir kabiliyetin mevcut olduğunu iştiyakla anlatıyorlardı. Hususî bir feyze mazhar olduğunu, kudret-i ilmiye ve kuvve-i kudsiye sahibi bulunduğunu ifade ediyorlar.
— O, serapa kemâl-i irfan ve hamasetle müzeyyen bir insan-ı kâmildi, diyorlardı.
— Evet, hakikaten bahtiyarsınız, dedim. Risale- Nur’un burada neşredilmesiyle köyünüz büyük bir imtiyaz kazanarak mümtaz karyeler sırasına girdi. Barla, dağlarıyla, bağlarıyla Üstad’a bir medrese oldu, kürsü oldu, rahle oldu… Kur’ân-ı Azîmüşşân’ın kudsî hakikatiarı buradan tebellür etti ve Barla cihandeğer bir kıymet kazandı.
Onlar da:
— Lillahilhamd, bu lütf-u İlahi’nin şuurundayız. Cenâb-ı Hak, bu nimeti bize ikram etti, dediler.
Üstad’ın Barla’da bulunmasından müftehirdiler. Fakat O’nun devamlı murakebe ve tarassut altında tutulmuş olmasından da müteessirdiler. Teessürlerinde gayet haklıydılar. O, başka milletlerde olsaydı böyle mi muamele görürdü? Hiç şüphesiz başlara tâç olurdu. Kâşanelerde, saraylarda ağırlanır, taziz edilirdi. Belki de O’nun için fildişinden kuleler yapılırdı. Ama böyle olmamış, aksine bu ücra köyde ikamete mecbur edilmişti. Sonra, kendi kendime şöyle söylendim:
“Elbette Üstad’ımız, bu haksız muamelelere maruz kalmamalıydı. O’nun gerçek değeri er geç anlaşılacak ve inşâallah, O, gelecek nesiller tarafından taziz ve tebcil edilecektir. Kıyamete kadar hürmetle, minnetle yâdedilecektir.”