Mecliste Dağıtılan Beyanname
Fakat ben dinlemekte ısrarlıydım. Bu halimi anlayan Ali Çavuş, dayanamadı, yeniden anlatmaya başladı.
— Üstad’ımızı Birinci Büyük Millet Meclisi’ne ısrarla çağırdılar. İstanbul’dan Ankara’ya geldiğinde, meb’uslar tarafından resmî törenle karşılandı. Fevkalâde itibar gördü. Ancak, bazı meb’usların ibadete lâkaydlık göstermeleri Üstad’ı fazlasıyla telâşlandırdı. Onlara hitaben on maddelik bir beyanname yazdı ve Meclis’te dağıttı. İsterseniz, size bu beyannamenin birkaç maddesini okuyayım, diyerek Üstad’ın Mesnevî-i Nuriye isimli eserini getirdi ve şunları okudu:
“Ey mücahidîn-i İslâm! Ey ehl-i hail ü akd! Bu fakirin bir mes’elede on sözünü, birkaç nasihatini dinlemenizi rica ediyorum.”
“Evvelâ: Şu muzafferiyetteki harikulade ni’met-i ilâhiyye bir şükran ister ki devam etsin, ziyâde olsun. Yoksa, ni’met şükrü görmezse gider. Madem ki Kur’an’ı, Allah’ın tevfikiyle düşmanın hücumundan kurtardınız; Kur’an’ın en sarih ve en kat’î emri olan “Salât” gibi ferâizi imtisal etmeniz lâzımdır. Tâ onun feyzi, böyle harika suretinde üstünüzde tevali ve devam etsin.”
“Saniyen: Âlem-i İslâm’ı mesrur ettiniz, muhabbet ve teveccühünü kazandınız. Lâkin o teveccüh ve muhabbetin idâmesi, şeâir-i İslâmiyyeyi iltizam ile olur. Zira, Müslümanlar İslâmiyet hesabına sizi severler.”
“Sâlisen: Bu âlemde evliyâullah hükmünde olan gazi ve şühedâlara kumandanlık ettiniz. Kur’an’ın evâmir-i kat’iyyesine imtisal etmekle, öteki âlemde de o nûranî güruha refik olmağa çalışmak, sizin gibi himmetlilerin şe’nidir. Yoksa burada kumandan iken orada bir neferden istimdad-ı nûr etmeğe muztar kalacaksınız. Bu dünya-yı deniyye, şan ve şerefiyle öyle bir meta’ değil ki, sizin gibi insanları işba’ etsin, tatmin etsin ve maksud-u bizzat olsun. (…)”
Daha sonra sözü, Üstad’ın Ankara’dan ayrılarak Van’a gelişine getirdi ve şöyle dedi:
“Üstad Hazretleri Van’da fazla kalmadan Erek Dağı’nda inzivaya çekildi. Isparta’ya nefyedildiği güne kadar bu dağda misafirimiz oldu. Benim O’na asıl hizmetim bu müddet zarfında olmuştur. O’na her gün bu evden anamın pişirdiği ekmeklerden götürürdüm. Evet, O’nun talebesi olduğum yıllar, ömrümün en bereketli, en feyizli altın yılları oldu.”
“Bizleri daima marifet nûrlanyla aydınlatırdı. Hakikatleri ruh ve hafızamıza nakşederdi. Eşine benzerine rastlanmayacak kadar çok yönlü, bereketli, şehamet ve hârikalarla dolu bir şahsiyet sahibiydi. O’nun hayatı temiz, hissiyatı temiz, fikriyatı ulvî idi. Elmas kadar temiz bir fıtrat, O’nun hissiyatını hatadan, zevkini lekeden daima vikaye etmişti. O’nu seyrederken, kalbimiz iç alemimiz, ilahi hakikatlarla dolardı. O’nun huzurunda malâyanî ve lüzumsuz şeyler aklımıza kat’iyyen gelmezdi. İşte, O’nun bu esrarlı hâli bizi cezbederek etrafında toplamıştı.”
Bunları söylerken, yüzünde tatlı tebessümler dalgalanıyordu. Şivesine yakışan merdane hitabesiyle, ruhunun derinliklerinden coşup gelen bu sözler yaşanmış bir hayatın gerçek ifadeleriydi. Bediüzzaman’ın hâtıralar dolu bu talebesi, bir hatip edasıyle ve yer yer kendinden geçercesine, saatlerce Üstad’ı anlattı ve hadiseleri gözlerimiz önüne birer birer serdi.