Bediüzzaman'ı Nasıl Tanıdım?

Erzurumlular Bediüzzaman’ı Mümtaz Bir Şahsiyet Olarak Tanıyorlardı

Küçüklüğümde, köyümüzün büyükleri arasında “Bediüzzaman” lakabıyla şöhret bulan bir zâttan sık sık söz edilirdi. 1941 yılında köyden şehre taşındığımızda, aynı zâtın, şehir halkı arasında da takdirle yâd edildiğine şahid oldum. Bu hâl, ruhumda O’na karşı derin bir muhabbet ve alâka uyandırdı. Erzurumlular, Bediüzzaman’ı çok yönüyle mümtaz bir şahsiyet olarak tanıyorlardı.

Bazılarına göre O, büyük bir velî idi. Birçok kerametleri vardı. Meselâ, Pasinler’de, Van’da, Bitlis’de Ruslarla çarpıştığında Allah’ın hıfzıyla kendisine mermi isabet etmemiş, etse de işlememişti. Bazılarına göre O, hakkında, kahramanlık destanları yazılması gereken cesur bir milis kumandanıydı.

Kafkas Kartalı Şeyh Şamil gibi, O da Şark’ın yalçın kayaları arasında Moskofla amansız bir mücadele vermişti. Cihan Harbi’nde, Rus kazaklarına kan kusturmuştu.

Bazılarının gözünde Bediüzzaman, bir mürşid-i Kâmildi. Gittiği her yerde etrafa nurlar saçıyor, muhataplarını cezbediyordu.

Bâzılarına göre Said Nursî, başkaldıran aşiretleri, yahut ayaklanan taburları bir tek nutkuyla taate getiren ateşli ve kudretli bir hatipti. Sözleri kılıçtan keskin, toptan tüfekten daha kuvvetliydi.

Bir kısım seçkin zâtlara göre ise O, zamanın ulemâsını ikna ve ilzam eden derya-misâl bir âlimdi. İmam-ı Gazali ve İmam-ı Rabbani gibi, O’nun da ilmi vehbî idi, yâni, Cenâb-ı Hakk’ın bir ihsanı, bir hediyesiydi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu