“Erek Dağı’na Nasıl Gidilir?”
Ertesi gün, Nurşin Camii’nin bahçesinde bir namaz sonrası yaşlı bir grupla sohbet ediyorduk. İçlerinden, daha sonra isminin Molla Münevver olduğunu öğrendiğim bir zât, Bediüzzaman Hazretlerinin İstanbul’a gidip geldikten sonra, Erek Dağı’nda inzivaya çekildiğinden ve orada iki yıl kaldıktan sonra nefyedildiğinden bahsetti. Kendisine:
— Erek Dağı’na nasıl gidebilirim, diye sordum.
— Çoravanis köyünde Seyda’nın talebelerinden Ali Çavuş isimli bir zât vardır. O seni Erek Dağı’na götürür, Seyda’nın kaldığı yaylalarda gezdirir ve hâtıralar anlatır. Seni Molla Hamid’in dükkânına götüreyim. O seni Ali Çavuş’a götürsün, dedi.
Ufak, mütevazı bir dükkâna girdik. Burası bir camcı dükkânıydı. Bizi saçı sakalı ağarmış bir zât ayakta karşıladı. Neş’eli dinç ve hareketli biriydi. Oturduk. Tanıştık.
O ufak tefek yapısıyla müşterilerin ihtiyaçlarını karşılamak için koşuşturup duruyordu. Bir taraftan kocaman cam tabakalarını masaya yatırıyor,ustalıkla kesiyor, bir taraftan da bizimle meşgul olabilmek için bir hayli gayret sarfediyordu. Gelip giden müşterilerin sıklığı sebebiyle kendisiyle rahat bir sohbet edemeyeceğimi anlamıştım. Bir ara, Erek Dağı’nı ziyaret etmek istediğimi söyledim. İşlerinin çokluğuna rağmen teklifimi reddetmedi. O geceyi Molla Hamid Efendi’nin evinde geçirdik.
Ertesi gün Çoravanis’e doğru yola koyulduk. Yolda, kendisine,
— Şeyh Said hareketinde burada mıydınız, diye sordum
— Evet dedi. Van ve civarını isyandan meneden Üstad Hazretleri oldu. O olmasaydı aşiret reisleri bizi zorla da olsa isyana sokacaklardı.
Bir süre sustuktan sonra başını kaldırdı ve ilâve etti:
— Onun gibi vatanperver bir insanın bu müstesna hizmeti maalesef takdir görmedi. Üstelik hâdiseyi tahkik etmeyen, sözüm ona aydın kisvesinde birçok şahıslar, O’nunla Şeyh Said’i birbirine karıştırdılar. Ne hazindir ki, isyana karışan nice insanlar affedildikleri halde O, bugün hâlâ esir muamelesi görmeye devam etmektedir. Dost ve akrabalarıyla dahi serbestçe görüşmesine müsaade edilmiyor.
Bir saat kadar yürüdükten sonra bir tepeciğin üzerinde dinlenmek niyetiyle biraz oturduk. Ufku delercesine yükselen azametli dağları, mavi gökkubbe altında Van Gölü’nü, ovadaki rengârenk çiçekleri, tatlı meyilli bayırları bir süre seyrettik.
Yol boyunca her vesile ile Bediüzzaman Hazretlerinden bahseden Molla Hamid Efendi, bu tepecikte yine O’ndan bâzı hâtıralar nakletti:
“Üstadımız Erek Dağı’nda kaldığı müddetçe Cuma günleri bu yollardan şehre iner ve cumasını Nurşin camiinde kılardı. Üstadımız daima yüksek yerlerde oturmayı tercih ederdi. Oralardan etrafı uzun süre temaşa ve tefekkür ederdi. Çiçekleri koparmadığı gibi, bizim koparmamıza da müsaade etmezdi. Keza, sinekleri ve karıncaları öldürmez ve öldürtmezdi.”
Kendi kendime şöyle düşündüm: “Demek ki, Bediüzzaman’ın kâinata ve mahlûkata bakışı bizimkinden çok daha farklıydı. O, bu âleme, alışılmışın, ülfetin ötesinde hikmet ve ibret nazarıyla bakıyordu.”
Bu tepecikte yarım saat kadar dinlendik. Daha sonra tekrar yola koyulduk. Akşama doğru köye epey yaklaşmıştık. Bahçelerin arasından geçiyorduk. Molla Hamid bir ara durdu. Eliyle göstererek:
— Bediüzzaman’ı iki yıl kadar misafir eden Erek Dağı işte bu dağdır, dedi.
Ben de:
— Bediüzzaman Hazretlerine mihmandarlık eden dağlarınız da bağlarınız da insanlarınız da memleketiniz de azizdir, mübarektir. Doğrusu, sizler bahtiyarsınız dedim.
Arkadaşım, batmak üzere olan güneşe bakarak:
— Böyle kıymetdâr bir Mürşid-i Kâmili kaybeden bir memleketin insanları bahtiyar sayılır mı? Doğrusu O’nun vatanımızdan uzak olması, nazarımızdan perdelenmesi bizim için bir felâkettir, şeklinde cevap verdi.
Ayrılıktan neş’et eden elem ve teessürat, ifadelerinden olduğu kadar hâlinden de anlaşılıyordu. Ben de O’na,
— Her felaketi bir saadet, her yeisi bir sürür takib eder. O Şems-i marifet, belki de başka ufuklardan çok daha muhteşem bir şekilde tulü etmek üzere memleketinizin semalarından ufûl etmiştir. Lütf-u İlâhiden ümidimiz budur, diye karşılık verdim.
— Evet, dedi. Biz de öyle inanıyoruz. Rahmet-i îlâhiyye’nin, O’nu yeni bir hizmetle vazifelendirdiğinin şuurundayız, elhamdülillah.