Rahman'ın Misafiri İnsan

c. En Büyük Bir Mürşid-i Kâmil Olan Peygamber Efendimiz

En büyük bir mürşid-i kâmil olan Peygamber Efendimiz (sav), asırlardan beri gönüllerde kök salan batıl itikatları ortadan kaldırıp, bütün emir ve yasakları akla muvafık ve hikmete uygun olan Kur’an-ı Kerim vasıtasıyla insanları saadet-i dareyne kavuşturmuş ve kıyamete kadar değiştirilmeyecek bir din tesis etmiştir

Evet, bütün çiçek ve ağaçların yetişmeleri ve inkişaf etmeleri için nasıl güneşe ihtiyaç varsa, kalp ve gönüllerin nurlanması ve akılların irşadı için de hidayet güneşi olan Zat-ı Muhammediyeye (sav) o derece ihtiyaç vardır.

Peygamber Efendimiz (sav) 23 sene gibi kısa bir zamanda İslâm nurunu dünyanın her tarafında parlattırdı. Vahşi ve adetlerine müteassıp insanları vahşetten kurtarıp insanlık âlemine önderlik makamına çıkardı.

Peygamber Efendimizin(sav) hayatı bütün ahlâk ve adabın mücessem bir tecelligahıdır. İnsanı saadet ve selamete götürecek yegane mürşittir.

Cenab-ı Hakk’ın,

 Ey Habibim! Sen olmasaydın âlemleri yaratmazdım.”

hitabına mazhar olan Habib-i Zişan Efendimiz (asm.), güneşi gölgede bırakacak bir nur ile dünyaya tecelli etti. Altı yüz senelik fetret döneminin zulüm, cehalet ve dalalet karanlığını izale etti. O’nun (sav) nuru gözleri kamaştırdı, ulvî sesi kulakları doldurdu ve feyz-i hidayeti kalplere yerleşti ve bütün insanlığı aydınlığa kavuşturup, nev’i beşeri medeniyetin en yüksek mertebesine çıkardı. İnsanların muhtaç olduğu maddî ve manevî bütün hakikatleri kısa zamanda şimşek gibi bir sürat ile ikmal ederek, herkesi istidadına ve kabiliyetine göre saadetin en yüksek mertebelerine çıkardı. Âlem, onun ile yeni bir devr-i nur ve devr-i saadete girdi.

“… o nur olmazsa kâinat da insan da hatta her şey dahi hiçe iner. Evet, elbette böyle bedi’ bir kâinatta, böyle bir zat lâzımdır. Yoksa kâinat ve eflâk olmamalıdır.”1

O hutbe-i ezeliyeyi okuyan zat, kainatın kemalatını keşfeden canlı bir güneştir.”2

O’nun irşadıyla Asr-ı saadette 124.000 sahabe irşat olup, iman ve tevhid yoluna girdikleri gibi, ondan sonra da nice müçtehitler, mürşitler ve evliyalar yetişmiştir. Bütün Müslümanlar da O’nun irşadıyla iman nimetine kavuşmuş, takva, amel-i salih ve istikamet üzere yaşamaya devam etmektedirler. O’nun en büyük irşadı, insanlara Cenab-ı Hakk’ı tanıtmak, O’nun razı olduğu hakikatleri ders vermek ve ebed yolcusu olan insanların ebedi saadete kavuşmalarını sağlamak olmuştur.

Cenab-ı Hak, bir hadis-i kudside

“Ben gizli bir hazine idim, bilinmek istedim.” 

buyurmaktadır. Evet, “Her cemal ve kemal sahibi kendi cemal ve kemalini görmek ve göstermek ister.”

Bütün güzelliklerin ve kemâlatın menbaı olan Cenab-ı Hak, cemal ve kemaline en cami ve en mükemmel ayna olarak Peygamber Efendimizi (sav) yaratmıştır.

Evet, Cenab-ı Hak en ziyade habibim dediği Hazret-i Peygamber’i (sav) sevmiş ve O’nu nihayetsiz feyizlere ve mertebelere mazhar etmiştir. Zira, Allah’ı en çok seven ve sevdiren, O’ndan en çok korkan ve taktir edip zikreden Hazreti Muhammed’dir. (s.a.v)

Uluhiyet, mukteza-yı hikmet olarak tezahür istemesine mukabil, en a’zamî bir derecede Zât-ı Ahmediye (asm.) dinindeki a’zamî ubudiyetiyle en parlak bir derecede göstermiştir. Hem Hâlık-ı Âlem’in nihayet kemaldeki cemalini bir vasıta ile göstermek, mukteza-yı hikmet ve hakikat olarak istemesine mukabil; en güzel bir surette gösterici ve tarif edici, bilbedahe o zâttır.”

“Hem Sâni’-i Âlem’in nihayet cemalde olan kemal-i san’atı üzerine enzar-ı dikkati celb etmek, teşhir etmek istemesine mukabil; en yüksek bir sadâ ile dellâllık eden, yine bilmüşahede o zâttır.”3

Fahr-i Kâinat Efendimiz (sav) mahlukatın en şereflisi, en mükemmeli, mütefekkirlerin gıdası, hakkı arayanların rehberi, abitlerin umudu, aşıkların maşuku, sadıkların dostu, günahkarların şefii, mü’minlerin rahmanı, zavallıların ve acizlerin hamisidir.

Ey fahr-i beşer, ey mücellayı hak ve ey natık-ı hak sana nihayetsiz selam olsun.

Bütün mahlûkatın en efdali ve en eşrefi ve en münevveri ve en bahiri ve en azîmi ve en kerimi ve sesçe en yüksek ve vasıfça en parlak ve zikirce en etemm ve şükürce en eamm ve mahiyetçe en ekmel ve suretçe en ecmel; kâinat bostanında, arz ve semavatın bütün mevcudatını latif secaatıyla, leziz nağamatıyla, ulvî tesbihatıyla vecde ve cezbeye getiren, nev-i beşerin andelib-i zîşanı ve benîâdemin bülbül-ü zül-Kur’an’ı Muhammed-i Arabî (asm.)…4

Dipnotlar:

1 Sözler, s. 237.
2 Mesnevi-i Nuriye, s. 25.
3 Sözler, s. 576-577.
4 Sözler, s. 356.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu