ı. Ölümü Çok Hatırlamak
Ölüm, ruhun ceset kafesinden ayrılması ve tebdil-i mekân etmesinden ibarettir. Ölüm, ebedi hayat için yaratılan insanı, Cenab-ı Hakk’ın sonsuz nimetlerine ve ebedi karargâhına kavuşturur.
Ölüm, âhirete göre bir gölge ve bir han hükmünde olan bu dünya menzilinden çıkıp, göz görmemiş, kulak işitmemiş ve kalb-i beşere hutur etmemiş olan cenneti âlâya kavuşmaya vesiledir.
“Ölüm, saadet-i ebediyeye mukaddemedir; bu itibarla nimet sayılabilir. Çünkü nimetin mukaddemesi de nimettir. Ölüm, muzır hayvanlarla dolu bir hapisten geniş bir sahraya çıkmak gibidir. Binaenaleyh ruh, ceset kafesinden çıkarsa necat bulur.”1
Bu dünyaya bir me’mur ve misafir olarak gönderilen insan, buradaki vazifesini ikmal ettikten sonra, ölüm ile yeni bir âleme geçecek ve ebedi bir hayatın başlangıcı olan kabir, berzah ve haşirden sonra ya ebedi cennete veya cehenneme girecektir.
Evet, insanın asıl kemali ölümden sonra başlar. Öyle ise, insanı ızdıraplı, meşakkatli ve hüzünlü bir hayattan, saadetli, sürurlu, neşeli ve ebedi bir hayata kavuşturan ölüm, zarûrîdir ve güzeldir.
Elbette “zindan-ı dünyadan bostan-ı cinana çıkmak ve müz’iç dağdağa-i hayat-ı cismaniyeden âlem-i rahata ve meydan-ı tayeran-ı ervaha geçmek ve mahlûkatın sıkıntılı gürültüsünden sıyrılıp huzur-u Rahman’a gitmek; bin can ile arzu edilir bir seyahattir, belki bir saadettir.”2
İşte böyle kıymettar nimetlere ve ebedi saadetlere nail olmak ancak iman ve salih amellerle mümkündür.
Eğer âhiret olmasa idi böyle hikmetli ve mükemmel cihazat ile donatılan insanın yaratılışı abes olurdu. Nitekim Cenab-ı Hak, bir âyette:
“Bizim sizi boşuna yarattığımızı, huzurumuza dönüp hesap vermeyeceğinizi mi sandınız?”3 buyurmuştur.
İnsan, öldükten sonra dirilip, huzur-i ilâhiye çıkacağını, ameline göre mükâfat veya azap göreceğini, Kur’an olmak üzere, bütün semavî kitaplar haber vermektedirler.
“Size böyle nimet eden zât, sizi başıboş bırakmaz ki, kabre girip kalkmamak üzere yatasınız.”4
“… hayat-ı uhreviye, bütün kâinatın neticesidir. Eğer bu hayat olmasa, kâinatta hakikat denilen her şey, zıddına inkılab eder. Meselâ: Nimet nıkmet olur, akıl belâ olur, şefkat yılan olur.”5
Öyle ise, mevcudatın en efdali, en eşrefi ve irade ve ihtiyar sahibi olan bu insanın ebedi hayatını düşünüp ona göre hazırlanması aklın gereğidir. Bu da ancak iman sahibi olmakla mümkündür. İslâmiyet’i hayatı boyunca en güzel bir şekilde yaşayan müminler, fazl-ı ilâhi ile ebedi saadet ve sürura erişeceklerdir. Âhireti düşünmeyip, oraya hazırlık yapmayan insanlar ise, kurtulması güç uçurumlara doğru yuvarlanacaklardır.
“Âyâ bu insan zanneder mi ki, başı boş kalacak? Hâşâ!.. Belki insan, ebede meb’ustur ve saadet-i ebediyeye ve şekavet-i daimeye namzeddir. Küçük-büyük, az-çok her amelinden muhasebe görecek. Ya taltif veya tokat yiyecek.”
Ölüm zahiren çirkin görünse de ebedi hayatın başlangıcı olması hasebiyle hoştur ve güzeldir.
Evet “Kabir, âlem-i âhirete açılmış bir kapıdır. Arka ciheti rahmettir, ön ciheti ise azabdır. Bütün dost ve sevgililer o kapının arka cihetinde duruyorlar. Senin de onlara iltihak zamanın gelmedi mi? Ve onlara gidip onları ziyaret etmeğe iştiyakın yok mudur?”
“Sizlere müjde! Mevt, idam değil, hiçlik değil, fena değil, inkıraz değil, sönmek değil, firak-ı ebedî değil, adem değil, tesadüf değil, fâilsiz bir in’idam değil. Belki bir Fâil-i Hakîm-i Rahîm tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekândır. Saadet-i Ebediye tarafına, vatan-ı aslîlerine bir sevkiyattır. Yüzde doksan dokuz ahbabın mecma’ı olan âlem-i berzaha bir visal kapısıdır.”
Dipnotlar:
1 İşarat’ü-l İ’caz, s. 179.
2 age.
3 Mü’minun, 23/115.
4 Sözler, s. 425.
5 İşarat’ü-l İ’caz, s. 179.