Erzurum’da Üniversite Açılmasından Duyduğum Bir Endişe
1957 yılında, Erzurum’da, üniversite açıldığında bende şöyle bir endişe uyanmıştı:
“Bâzı üniversitelerde bir kısım talebe ve hocaları te’siri altına alan yabancı doktrinler ve ideolojiler, bu vesile ile Erzurum’da da neşv-ü nema bulur muydu? Yıkıcı ve bölücü cereyanlar bu üniversitede zemin bulursa, bu hâl, bütün şark için büyük bir tehlike kaynağı olmaz mıydı?..”
Ben bu endişeler içerisindeyken Isparta’dan “Nur Talebeleri” imzasıyla bir lahika mektubu geldi. Bu mektup benim bu endişelerimi tamamiyle izale etti. Mektup, aynen şöyleydi:
“Doğu Üniversitesi Hakkında Tahrifçi Bir Gazeteye Cevaptır:
Muhalif bir partinin şiddetli ve tenkitçi tarafından bir mensubu, yâni Ulus’un 1.4.1954 tarihli nüshasında yazılan ‘Atatürk Üniversitesi’ hakkındaki makaleye cevap hükmünde o üniversitenin hakikatini beyan ediyoruz. Şöyle ki:
Şimdi Atatürk Üniversitesi nâmı verilen bu Dârütfünûn’un küşadına Üstad’ımız Said-i Nursî 50 seneden beri büyük bir gayretle çalışmıştır. Üstad’ımız İttihadçılara muhalif olduğu halde, onlar ve Sultan Reşad ve Dârülfünün’un inşâsı için 19 bin altun tahsis etmiş, Van’da Üstad’unız temellerini atmıştı. Fakat harb-i umumînin vukuuyla geri kalmıştı. Sonra, devr-i cumhuriyetin iptidasında Üstad’ımız Said Nursî’nin Ankara’da meclis-i mebusana istenilmesiyle Üstad’ımız tekrar teşebbüse geçmişti. Orada Üstad’ımız o zamanın idaresine tam muhalif ve siyaseti bütün bütün terkettiği ve bâzı cihetle de muhalif olduğunu ve “dünyanıza karışmayacağım” dediği ve hatta Mustafa Kemal’e “namaz kılmayan haindir” dediği ve onun teklif ettiği büyük servet, maaş, Şark vaiz-i umumîliği gibi büyük tekliflerini kabul etmediği halde, Şark Dârülfünün’unun te’sisi için 150.000 banknotun 200 meb’ustan 163’ünün imzası ve Mustafa Kemal’in tasdiki ile verilmesine karar verilmişti. Demek ki, Şark’ın en mühim mes’elesi o zaman üniversiteydi. Şimdi yirmi derece daha ziyade ihtiyaç var. Nihayet yine Üstad’ımızın maddî ve mânevi gayret ve teşvikleri neticesiyle yapılmasuıa bu hükümet-i İslamiye zamanında karar verildi.
Bu şark üniversitesinin o cihan şümul kıymet ve ehemmiyetini bir bahr-ı ummandan bir katre takdim eder misillü iki üç nokta olarak arzederiz:
Birincisi: Bu Darülfünun hem İran, hem Arabistan, hem Mısır ve Afganistan, hem Pakistan ve Türkistan ve Anadolu’nun merkezinde bir kalb hükmündedir. Ve hem bir Camiü’l-Ezher, bir Medresetü’z-Zehra’dır.
İkincisi: Şimdi umum beşerde sulh-u umumî için yâni beşerin ifsad edilmemesi için çareler aranıyor. Paktlar kuruluyor. Ve madem bu hükümet-i İslamiye musalahat-ı umumiye ve hükümetin selâmeti için, Yugoslavya’ya tâ İspanya’ya kadar onları okşayarak dostluk kurmaya çalışıyor, İşte bunların çare-i yegânesinin bir delili olarak gösteriyoruz ki, te’sis edilecek Şark Dârülfünün’unun ilk müteşebbisinin bir ders kitabı olan ve ulûm-u müsbete ve fenniye ile ulûm-u îmaniyeyi barıştıran ve bu otuz seneden beri bütün feylesoflara meydan okuyan ve resmi ulemâya dokunduğu ve eski hükümetle resmen mübareze ettiği halde bütün bunlar tarafından takdir ve tahsine mazhar olan ve mahkemelerde beraat kazanan Risale-i Nur’un bu vatan ve millete te’min ettiği âsâyiş ve emniyettir ki: İslâm memleketlerinde hususan Fas’ta, Mısır ve Suriye ve İran gibi yerlerde vukubulan dahilî karışiklıkların bu vatanda görülmemesidir.
İşte, nasıl ki bu vatan ve millete Risele-i Nur’un emniyet ve asayişin ihlâline sair memleketlerden daha ziyade esbab bulunmasuıa rağmen asayişi temin etmesi gösteriyor ki: O Doğu Üniversitesinin tesisi, beşeri, müsalemet-i umumiyeyemazhar kılacaklar. Çünkü şimdi tahribatmanevî olduğu için ona mukabil tamirci manevî bir atom bombası lâzımdır.
İşte bu zamanda tahribatın mânevi olduğuna ve ona karşı mukabelenin de ancak tamirci mânevi atom bombasıyla mümkün olabileceğine kat’î bir delil olarak üniversitenin mebde ve çekirdeği olan Risale-i Nur’un bu otuz sene içerisinde Avrupa’da gelen dehşetli dalâlet ve felsefe ve dinsizlik hücumlarına bir set teşkil etmesidir. O manevî tahribata karşı Risale-i Nur tamirci ve manevî bir atom bombası olmuş…
Üçüncüsü: Evet, Şark Üniversitesi bir merkez olarak âlem-i İslâm’ı ve tâ bütün Asya’yı alâkadar edecek bir mahiyet ve ehemmiyette olduğundan altmış milyon değil altmış milyar da masraf yapılsa elyâktır.
Yeni Ulus gazetesi muhalif olduğu için, bu mes’eleyi perde ederek yeni iktidarın bazı büyük me’murlarından bu mes’eleye çalışanlara bir nev’i irtica süsünü vermek istiyor. Hâlbuki bu mes’ele en yüksek terakki ve sulh-u umumînin, medarıdır. Bu müessese bu hükümet-i İslâmiyeye bazı şeair-i İslâmiyeden Arabî ezanı Muhammedi ve din dersleri gibi pek çok kuvvet verecek. Belki bu hükümetin istikbalinde tarihlerde kemâl-i takdir ve tahsinle yâd edilmesine parlak bir vesile olacaktır.
Bu mes’elenin ihyasıyla hâsıl olan Nur ve feyiz, Demokrat hükümetin en büyük ve cihandeğer bir hizmeti olarak ebede kadar misli görülmemiş bir parlaklıkla lemean edecektir. Ve beynelminel itibarı te’min edecektir”.
(Üstad’ımızın hastalığı münasebetiyle hizmetinde bulunan
Nur Talebeleri)
Bu mektubu okuyunca, üniversitenin istikbalinden ümitvar olduk. Bu üniversitenin, memleketin maddî ve manevî kalkınmasında mühim bir unsur olacağını hüsnü zan etmeye başladık. Hele hele, ağabeylerden, Üstad Hazretlerinin Erzurum’da açılan üniversiteyle yakından alakadar olduğunu “o üniversiteye benim ismim verilmesi lazım” dediğini duyunca, ümidimiz kat kat arttı ve bu üniversitenin talebe ve hocalarının nurlara ne zaman sahip çıkacaklarını merak ve iştiyakla beklemeye başladık.
Derken, iman ve Kur’an hususunda, kafalarına atılan bir takım şüphe ve tereddütlerine cevap bulmak üzere, bazı gençler bizi ziyarete geldiler. Bütün suallerine Risale-i Nurlardan muknî ve müdellel cevaplar okundu. Bu vesile ile Risale-i Nur, üniversite gençliğinin dikkatini çekmeye başladı. Ziyaretler birbirini takib etti. Ben, bir taraftan materyalist ve yıkıcı fikirlerle yaralanan bu gençlerin tedavisiyle meşgul oluyor, diğer taraftan da Emniyet Birinci Şube yetkililerine veya savcılara ifade veriyordum. Böylece, bir ayağım medresede, bir ayağım adliyede 1960 yılına geldik.