ı. Uluvv-i Himmet ve Mürüvvet
Uluvv-i himmet, insanın himmetini yüksek tutması, sadece kendi menfaatlarını düşünmeyip, bütün insanların maddî ve manevî ihtiyaçlarının temin için gayret göstermesidir.
Uluvv-i himmet, büyük bir şeref ve yüksek bir meziyettir. İnsan seciyesinin en mümtaz sıfatlarından biri olduğu gibi, ahlâk-ı hasenenin de esasındandır.
Uluvv-u himmet sahibi olan bir insan, kerim ve rahim olduğu cihetle ebnayı cinsine muavenette, hayır ve hasenatta kusur etmez. Himmeti ali ve alicenap olanlar gölgeli ve meyveli ağaç gibidirler. İnsanlar, daima ondan istifade eder ve fayda görürler.
İnsanların birbirine yardım etmesi Allah’ın emridir. Başkasına iyilikte bulunmak yalnız atiye ve hediyeye münhasır değildir. İnsan, eliyle, diliyle, akıl ve istidatlarıyla da birçok âlicenaplıkta bunabilir. Bir insanın hatırını sormak ve ona tebessüm etmek bile sadakadan sayılmıştır.
Mürüvvet mertlik, başkasına iyilik, ikram ve inayet etmek gibi manaları gelir.
Mürüvvet, başta peygamberler olmak üzere, kâmil insanlara ait meziyet-i aliyedendir. Dinen, aklen ve örfen de takdire şayan bütün güzelliklerin kaynağıdır.
Mürüvvet; çok geniş manaları içine alan büyük bir haslettir ki, hiçbir güzel ahlâk onun daire-i haricinde kalamaz Mürüvvet dinin semeresi, imanın ve inancın gereğidir. Din ile mürüvvet arasındaki münasebet, ruh ile ceset, ağaç ile meyve arasındaki münasebet gibidir. Tarihte dinden ve imandan mahrum olan ekser insanların yaptıkları zulüm ve tahribatlarına baktığımızda mürüvvetin olmadığını görürüz. Günümüzde de bunu daha bariz olarak müşahede etmekteyiz. Bundan dolayıdır ki, ‘Dini olmayanın mürüvveti de olmaz’ sözü darb-ı mesel olmuştur.
Mürüvvet sahibi insanları takdir etmemek mümkün değildir. Çünkü onlar her türlü kibir ve azamet libasından sıyrılıp; insanlara tevazu ve tebessüm ile muamele ederler.
Hazret-i Davud (as.) “İlahi seni nerde bulayım?” dediğinde Cenab-ı Hak “Beni münkesirü’l-kulûp, yani kalbi kırık müminlerde ara.” diyerek, Hz Davud’u (as.) irşad buyurmuştur. Bu bakımdan mürüvvet sahibi zatlar, kalbi kırık ve mahzun müminleri teselli eder ve ihtiyaç sahiplerine de yardımcı olurlar
İnsan-ı kâmil, yaptığı iyilikten aldığı zevki başka hiç bir şeyden alamaz. İnsanın mahiyeti âlicenaplıkla terakki eder.
Büyük insanların himmeti, dağları bile yerinden oynatır. Böyle kimselerin aşamayacağı engel yoktur.
İhlâs ile uluvv-i himmet edenlere Cenab-ı Hak refik olur ve onları muvaffak eder.
Bir insan, ailesinin dünyevî ve uhrevî saadeti için çalışıp gayret gösterdiği gibi, milletinin maddî ve manevî terakkisi için de elinden gelen fedakarlığı yapmalıdır. Çünkü
“Kimin himmeti milleti ise, o tek başına bir millettir.”1
Bugün dünyanın birçok ülkesi ilim ve teknikte ilerleyip süper güç olmuşlardır. Bu durum, hamiyetperver her insanın himmetini tahrik edip, gayrete getirmelidir.
“Neden dünya herkese terakki dünyası olsun da yalnız bizim için tedenni dünyası olsun?..”2
düşüncesiyle gece gündüz çalışmak gerekir. Milletini düşünmeyen ve hizmet etmeyen bir toplumun çökmesi ve tarih sahnesinden silinmesi kaçınılmazdır.
Dipnotlar: