j. Marifet ile Tekâmül
Mârifet, Allah’ı bilme, tanıma ve O’nu bütün sıfatlarıyla öğrenmedir. Zira kişi, Allah’ı ne kadar tanırsa, o nisbette O’nun emirlerini yerine getirir ve yasaklarından sakınır. Zaten insanın yaratılış gayesi de Allah’ı tanıyıp O’na iman ve ibadet etmesi ve mârifetle tekâmül etmesidir. Bediüzzaman Hazretleri bu hakikatı şu veciz sözleriye ifade eder:
“Kat’iyyen bil ki: Hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi iman-ı billahtır. Ve insaniyetin en âlî mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, iman-ı billah içindeki marifetullahtır.”1
Mârifet ve hakikati aramanın yolu nihayetsizdir Cenab-ı Hakk’a giden yollar sonsuzdur. Bu işin sırrını anlayan vasi zekalar ve insaflı vicdanlar, Cenab-ı Hakk’ın büyüklük ve azameti karşısında serfüru edip hayretle secdeye varmışlardır. İnsan, vicdanında bulunan marifet ve muhabbet hissinden tecerrüd edilemez. İnsanın, maddî vücudu için nihayetsiz gıdalara ihtiyacı olduğu gibi, ruh ve vicdanı için de iman, marifet ve muhabbet gibi manevî gıdalara ihtiyacı vardır.
İnsandaki inanma ihtiyacı, aşk, şevk ve nezahat gibi hisler baki kaldıkça, onun marifetullah ve muhabbetullahtan müstağni kalması mümkün değildir. Bir insanın ruhunda ve vicdanında marifet ve muhabbet temerküz ederse, artık o insan hiçbir mahluka perestij etmez.
Cenab-ı Hakk’ın azamet ve büyüklüğü sonsuzdur. Şu nihayeti olmayan uçsuz bucaksız kainat, O’nun azamet ve ilmi yanında bir zerre kadardır. Zira O’nun kudret ve ilmi her şeyi ihata etmiştir. Lâkin O’nun Zat-ı Kibriyası beşerin idrakine sığışmaz.
“Evet hakikat-ı mutlaka, mukayyed enzar ile ihata edilmez.” 2
Cenab-ı Hakk’ın varlığı ma’ruf, kudsi mahiyeti ise, gayr-i ma’ruftur. Yani her mahlukta O’nun sıfat-ı mukeddesesi ve esma-i ilâhiyesi tecelli ettiğinden Cenab-ı Hakk’ın bu tecelliler ile bilinmesidir. Hiçbir aklın O’nun hakikat ve mahiyetini kemal ile ihate etmeye asla muktedir olamaması cihetiyle de gayr-i ma’ruftur. Cenab-ı Hakk’ın bir ismi “Zahir” dir. Yani O’nun varlığı her şeyden daha aşikardır. O’nun diğer bir ismi de “Batın” dır. Yani mahiyeti beşerin idrakine sığmaz.
Evet, azameti büyük olan Cenab-ı Hak tariflere sığmaz. O’nun mahiyeti meçhul olduğundan idrakin ma’verasındadır. Öyleyse mahiyet-i meçhul olan Cenab-ı Hak nasıl bilinip tanınacak? Beşerin bu iki mühim sualine karşılık, mütefekkir ve insaflı olanların her biri kendi vicdan ve idrakleri nisbetinde bu iki suale cevap aramışlar ve bazı hakikatler ortaya koymuşlardı.
Akıl ve marifette en ileri, Cenab-ı Hakk’ı tanımada en mükemmel bir bahr-i kemalat olan Peygamber Efendimiz (s.a.v) bile,
“Subhâneke mâarefnâke hakkamârifetike yama’ruf “ (Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Ben seni hakkı marifetle bilemedim.)
diye buyurmuştur.
Evet, bütün nebiler, arifler ve melekler Cenab-ı Hakk’ı hayretle tesbih ve tazim ettikleri halde, O’nun mahiyet ve hakikatini ve şan-ı kudsiyyetini tam bir marifetle bilememişlerdir
Dipnotlar: