KÂİNATIN YARATILIŞINDAKİ HİKMET
Cenab-ı Hak sonsuz cemâl ve kemâlini mevcudat aynalarında bizzat seyretmek, sonsuz sıfatlarını ve esmâ-i hüsnâsını tecelli ettirmek istemiş ve bu âlemi yaratmayı irade etmiştir.
Evet, madem Cenab-ı Hak sonsuz bir kudret sahibidir, bu ezelî kudret, tezahür için, böyle muhteşem, muazzam bir âlem ister. Hem madem O Zât-ı Zülcelâl’in sonsuz ilmi vardır. Bu ilim, her harfinde, her kelimesinde binler hikmetler ve maslahatlar bulunan bu kâinat kitabının telifini iktiza eder. Bütün İlâhî sıfatlar bu kâinatın yaratılmasını gerektirdiği gibi, bütün esmâ-i hüsnâ da ayrı ayrı güzellikte, değişik mahiyette, farklı suretlerdeki şu mevcudatın yaratılmasını iktiza ederler.
Meselâ, Hâlık ismi mahlûkatın yaratılmasını, Muhyi ismi canlıların icadını, Rezzâk ismi rızık vermeyi, Kerîm ismi ikramı, Lâtif ismi lütuf etmeyi isterler. Elbette, Cenab-ı Hakk’ın kâinatı yaratmakla lûtfunu, keremini, ihsanını, ikramını onda göstermesi, kâinatı yaratmamasından daha güzeldir.
Bir padişahın hazinelerinde bulunan çeşit çeşit cevherleri, türlü türlü nimetleri emri altındaki halkına ihsan etmesi, onları hazinesinde saklamasından daha hayırlıdır. Keza, bir âlimin ilim ve maharetinden başkalarını faydalandırması, hiçbir eser yazmamasından daha hayırlıdır. Aynen öyle de Allah u Azîmüşşan’ın sonsuz hazinelerini ilim dairesinden kudret dairesine çıkarması, mahlûkatına ikram ve ihsanda bulunması, böylece cemâl ve kemâlini seyr ve temaşa ettirmesi, mahlûkatını yoklukta bırakmasından elbette daha hayırlıdır.
İşte, Allah u Teâlâ Hazretleri bu kâinat sarayını ve onda misafir olan insan nev’ini ve bu nev’in en mükemmel fertleri olan enbiya ve evliyayı, bilhassa risalet görevini en mükemmel surette yerine getiren Resûl-i Ekrem (asm.) Efendimizi bu hikmetlere binaen halk etmiştir.