ÜSTÜNLÜK IRKLA OLMAZ
Malûmdur ki, maddeleri bir olan iki eserden hangisinin ustası diğerinden daha mahir ise, o eserin diğerinden daha üstün olduğu söylenir. Bütün insanlar Allah’ın eseri ve san’atıdır. Hepsi de O’nun kulları ve Âdem (as.)’in oğullarıdır. Vücutları, aynı elementlerden dokunmuştur.
İnsanlar arasında farklılık ancak ilim ve marifet, itikat ve inanç, fazilet ve takva, ahlâk ve terbiye gibi ulvî meziyetler itibariyledir. Bu aslî seciyeler ise, soya-sopa bağlı değildir, onlara bina edilemez. Bu bakımdan, bu ulvî hakikatlerden hissesi olmayan herhangi bir ferdin baba, dede ve ecdadının faziletiyle iftihar etmeye hakkı yoktur. Eğer, kendisi cahil ise ecdadının ilmi ve irfanı ona bir şan, bir şeref veremez. Kendisi çok fakir ve yoksul olan bir adamın, dedesinin geçmişteki zenginliği ile ihtiyacını gideremediği gibi…
Hayvanlar âleminde durum farklıdır. Her bir nev, kendi soy ve karakterini muhafaza etmekte, meselâ, kargadan bülbül, bülbülden karga meydana gelmemektedir. Hâlbuki insan âleminde bunun misalleri pek çoktur. Azer gibi putperest bir babadan Hz. İbrahim (as.) gibi ulûlazm bir peygamberin gelmesi; hem Hz. Nûh (as.) gibi bir peygamberden iman etmeyen bir evlâdın gelmesi bu hakikati açık bir şekilde gösterir.
Demek ki, iman ve küfür, tâat ve isyan, salahat ve fısk irsî değildir. Eğer irsiyet esas olsaydı Hz. Âdem (as.)’in her iki evlâdının da salih olması gerekirdi. Zira babaları peygamberdi. Hem bir ırka, bir kavme mensup bütün fertlerin de aynı karakterde olmaları icap ederdi. Hâlbuki her kavim içinde hem mümin hem kâfir; hem salih, hem fasık çıkması gösteriyor ki, üstün ırk nazariyesi batıldır, gayr-ı makuldür.